Veli ve Vali, tarihi olarak kökleri olan idari vazifeyi ifadelendiren bir adlandırmadır. Veli, uzun yılların birikimi, kökleri derin, dalları uzun, yaprakları geniş asırlık çınarların (ecdadın) ve koca bir tecrübenin evladıdır. Veli olan ecdat köklerinin devamı olmalıdır. Bu halkaya evladını da eklemelisin. 50’li yaşların öncesi ve sonrasını yaşamakta ve dünyalığını tamamlamakta olan Veliler, çocuklarının üniversiteye yerleşmesinin heyecanını yaşamaktalar. Geride bırakacakları iki şey; hayırlı evlat/ların ve faydalı amel-eserdir.
Ebeveynin değersizleştirildiği bir neslin ve çağın anaları-babaları, “her şey” olarak görüp Nirvanaya ulaştığı zannettikleri, “olunca her şey güzel olacak” diye zannettiği bir anı yaşamaktalar. Evlatları iyi bir lise-üniversite-bölüm kazanınca dünyanın da ahiretin de çok güzel olacağını ya da kötü sonuç alınınca dünyanın ve ahiretin de yıkılacağını zannettiği bir hâl yaşanmaktadır. Böyle düşünmelerinin nedeni; aslî köklerin değil, imaj ve kemiyetin hakim olduğu bir çağın etkisinde kalmalarıdır. Çünkü çağ; şahsiyet ve irfan çağı olmadığı için kariyer, imaj ve iyi giyimin tezahür ettiği bir çağın -kısmen- ruhunu taşımaktalar.
İnsanın iyi bir ruh taşımasından daha çok iyi bir diplomanın varlığını daha elzem gören bir yanılgının yaşandığı Veliler Çağı yaşanmakta. Çünkü iyi arabalarla ve iyi giyimle memleketine dönmenin önemli olduğunu düşündüren bir göç hikayesi yaşandı. Evlatlarla ve mallarla övünmeyi erdem zanneden bir neslin ya çocuğu ya da kendileri olan veliler, dedeleri gibi yoklukla yetinmek yerine varlıkla övünmenin önemli olduğu yanılgısını yaşayan “varlık” (mal-mülk) varsa her şey var zehabına kapılan bir neslin dimağını taşımaktalar. Nineler-Dedeler erken ölünce veya evden koparılınca oldu her şey. Çünkü tecrübenin sesinden ve tecrübelerinden uzaklaşıp imajın üretildiği ekranla/TV yaşandı ve yeğlendi. Dedelerin/Ninelerin evden çıkarılıp yerine ekrana mahkum olmanın acısı yaşanmakta. Kaderini şimdilerde evlatları yaşamaktalar. Veliyle vakit geçiren değil mavi ekranlarla (TV’den bilgisayar, tablet ve smart phone’a uzanan birliktelik) yaşayan evlatlar var artık. Yani dijital mükemmelleşmeyle baş başalar.
Artık babasının ve anasının veya dedesinin-ebesinin dizinin dibine oturan değil, mavi ekranın kucağında büyüyen evlatları, yüzünün ekrana/piksele döndüğü aklının byte’a döndüğü yarı otomatlaşmış çocukları var, ihmallerinden dolayı. Ne kadar çok şey anlatırsa anlatsınlar “işlevsiz ve işlemsiz kalacak veridir” sözleri artık. Duvara söylemeleriyle ekrana dönmüş yüze söylemeleri aynı şey artık. Hiç kızmasınlar, bu hikayenin en büyük suçlusu onlar. TV ile meşgul olmuş zihnin ve gözünün mirasçısı bir nesilleri var artık.
Mahallede aklı başında komşularıyla oturup kalkmaktan daha çok misafiri zahmet görüp “bireysel yaşam” adına çayını-kahveni alıp ekran başına geçmeyi tercih ettiler. Veli olarak evlatlarını, aklı başında olan komşunun tecrübelerinden ve çocuklarına arkadaş olacak çocuklarından itinayla uzakta bıraktılar. Komşusuzluğu talihsizlik olarak görmek yerine büyük bir talih olarak gördüler. Evlatlarını selamsız-sabahsız olan semt ve apartmanlarda büyüttüler. Eserleriyle gurur duymak yerine “yeni nesil şöyle-böyle” diyerek “eserini” suçlu görüp tüm kabahatleri eserlerine atfettiler.
Bir nesli komşularıyla oturup kalkarak görgü ve söylem zenginliği yaşayabilme tecrübesinden mahrum bırakarak hem bilgi hem görgü eksikliği yaşayan bir neslin müteahhitleri oldular. “Ahmetler”, “Mehmetler” ifadesi yerine “X, Y, Z” harfleriyle yetmedi neredeyse “Ğ” harfiyle isimlendirilmelerinin nedeni ve bu vasatı eken veliler oldu. Çınar fidanı büyürken susuz bırakıp kurutan da onlardı. Sadece onun yaşadığı şehri değil iç dünyasını da betonlaştırdılar. Ağacı, kuşu gen nesillere çok gördükleri gibi ruh dünyasını zenginleştirici unsurları da çok gördüler. Plazma TV’yi ve uzun, geniş konforlu koltuğu bir hane için yeterli gördüler.
Ruhu ve yaşadığı muhiti mahkum ve mahsur bırakan ona bir bahçe yerine çöl ikram eden sendin, ey Veli. Kadim düşünce geleneğinde babalar; evlatlarından ilim, ağırbaşlılık, iyi dostlar edinmesini beklentisi içinde olurlarken sen ise evladından “imaj, kariyer, başarı ve şık görünüm” diledin. Hiç sızlanma, ne ekersen onu biçersin, rüzgar eken fırtına biçer. Tüm muhataplıkların yaptığın işlerin akisidir. Maruz kaldın çağın yanılgılarına. Oysa bu yanılgılardan hem kurtulman hem de evladını kurtarman gerekirdi. Oysa sen Platon’un mağarasında yaşayan hakikatten uzak gölgelerle yaşamayı doğru gördün. Maruzat ve mağduriyet de kaderin oldu.
“Ben çektim sen çekme” diye öğütleyerek büyüttün çocuklarını. Oysa “çektiğim” dediği şeyler sana hayatı öğreten tecrübelerdi. Bu erdemli tecrübenin anlamsız ve değersiz olduğunu düşünen genç, zafiyet olarak görüp sana da yaşadıklarına da saygı duymadı. Oysa yaşadıkların ülkenin makus bir talihiydi, ülkenle birlikte olgunlaşmak ve büyümek derdini edinebilirdin. “Kariyer” ve “diploma” endeksli mantığınla büyüttüğün nesle erdemli şeyleri anlatmayı gerekli görmedin. Oysa erdem ve şahsiyet tüm bunlardan daha önemliydi bunları bilmeliydin. Sen de bunu kabul ediyorsun ve biliyorsun Veli, ama bunun bir getirisi olmadığı düzleminde ve fikrinde olduğun için başarı, imaj, zenginlik vs. değerler (!) etrafında bir nesli yetiştiriyorsun.
Ey Veli, bugünlerde bir telaşın ve heyecanın var biliyorum. İtibarlı lise ve üniversite, bol getirisi/para olan fakülte ve bölümler peşindesin. Oysa bunlar yerine yetişeceği şehri, yetiştirileceği üniversiteyi ve hocaları, seveceği ve şahsiyet edineceği mesleği seçmesini tavsiye etmelisin. Şimdi diyorsun ki seçeceği bölümle inşa edeceği şahsiyet arasında ne ilişki var? Nasıl bir fırıncı ile tamircinin şahsiyetleri ve söylemleri farklı ise teolog, felsefeci, doktor ve avukatın da şahsiyetleri de farklıdır. Meslek tercih etmek aynı zamanda şahsiyet tercih etmektir bilesin.
Ey Veli, öğrencini-evladını yaşadığı şehirde okut! Olmadı imkanın varsa okuduğu şehire git, olmadı sana yakın şehirde okut. Bunları “gözünün önünde olsun” diye değil. O, senin gözünün bebeğidir. Gözün nasıl sana yakınsa evladın da sana yakın olmalıdır. Bunun için yapmalısın. Bilirsin ki “gözden ırak olan gönülden ırak olur”. Diyeceksin; “gitsin gurbet görsün, ayaklarının üzerinde dursun”. 21. yüzyılın ilk çeyreğinin bitmesine ramak kaldığı, bilişim ve küresel dünyasında artık “gurbet” öldü bilesin. 1970 ve 1980’lerde askerlik üzerinden ilk gurbet tecrübesi yaşayan bir nesil olabilirsin. Oysa bu nesil, dünyanın küresel bir dünya olduğunu gayet iyi biliyor. Faturalarla, ev sahipleriyle veya yurt odalarıyla, gereksiz arkadaşlık adına onun üzecekleri “arkadaşlarıyla” onu uğraştırma, sıcacık bir yuva onun için en iyisidir.
Bunların hiçbirini yapamadın. Yılda bir, bilemedin fakülte veya yüksek okul hayatları süresinde okuduğu şehirde bir kere bile olsa ziyaretinde bulun ki yaşadığı şehiri, evini, arkadaşlarını ve imkan ve imkansızlıklarını göresin. Göreceksin ki ona karşı daha merhametli ve anlayışlı olacaksın. Kızlı-erkekli evlerin kendi hakikatinde ve köklerinde olmadığını bil ve ona söyle. Bunu ne çocuğunun dünyasında ne de kendi dünyanda meşrulaştırma, bu her türlü gereksizlik ve kötülüktür, bilesin. Mahremiyet ve masumiyetin kıza da erkeğe de lazım olduğunu ve önemli olduğunu hatırlat. Çünkü bu kale yıkıldığı zaman tüm şahsiyet kalesi yıkılıp gider. Sana üzülmek ona ise bu enkazın içinde çırpınıp kalmak düşer.
Ona paranın, zamanın, duygunun ve aklın mühim olduğunu israf edilmemesi gerektiğini hatırlatmalısın. Okuyacağı şehrin ruhu ve şahsiyeti var. Bu ruh ve şahsiyetten besleneceğini izah etmelisin. Mağaraların ve ideolojilerin insanı değil hakikatin yolunda olan bir insan olmayı öğretmelisin. En çok besleneceğin şeylerin kafe ya da arkadaşlar değil, Hocaları olduğunu izah etmelisin. Evladın, seçeceği fakülte veya bölümün hocalarının çalışmalarına, şahsiyetine ve ufkuna bakmalı. Biliyorum tuhaf şeyler söylüyorum. Neredeyse hiçbir öğrenci okuyacağı bölümün hocalarının kim olduğuna bakmaz, bunu hocalığımdan bilirim. Çünkü siz Veliler ve Öğretmenler, onlara bu konuda nasihat vermez.
Biliyorum diyeceksin ki “şimdiki gençler nasihat dinlemeyi sevmiyor”. diye. Hz. Peygamber “Din Nasihattir”, Sokrates, “Gençler gençliğinde nasihate, yaşlılar yaşlılığında ilgiye muhtaçtır”, Malcom X ise “En iyi nasihat örnek olmaktır.” der. Nasihat; dinlemek ve gözlemlemek sonrasında hakikate dair bir çağrıdır. Ey Veli, sen ne dinliyorsun ne de gözlemliyorsun. Gençlere ayar vermek yerine kulak vermelisin, anlamalısın, anlamlandırmalı ve anlatmalısın.
Ona kariyerin, makamın HİÇ, kul ve evlat olmanın “hakiki erdem” olduğunu irfanın ve şahsiyetin her şeyden daha mühim ve elzem olduğunu izah etmelisin. Yoksa vakti gelir seni de HİÇ olarak görür. Onun aldığı puanla ya da kazandığı bölümle gururlanma ve büyüklenme. Nitekim yaratıcı “mallarınızla ve evlatlarınızla övünmeyin” der. Eğer bu ciddi hatayı yaparsan senin varlığının ve varoluş gerçekliğini kendi varlığına bağlar, evladın. Hz. Peygamber’in dediği gibi “Efendi’ni doğurmuş” yani kendine özenle bir efendi inşa etmiş böylelikle kendini de köleleştirmiş olursun.
Tasarruf yapmanın önemli olduğunu anlat, fakat kitap ve ilim için sarf edilen paranın bir israf olmayıp lüzum olduğunu da anlat, bellesin. Alınacak şeylerin tükeneceğini fakat kitabın ise tükenmeyip kütüphanesinde kalacağını ve içindekinin de zihnini bereketlendireceğini izah et. Okumanın; özgürleşmek ve şahsiyet inşa etmek olduğunu bilmeli. Evladın, istediği kadar okusun senden “daha bilgili” olduğu zannıyla yaşamaması gerektiğini hissederek yaşamalı. Bunun için cümleye, asla şöyle başlama. “Oğlum-kızım sen tahsillisin, diplomalısın ve üniversite bitirmişsin benden daha iyi bilirsin, ben cahil kaldım” ya da “senden daha iyi bildiği” imasında bulunmasına razı olma. Bilmenin veya bilgin olmanın; Sokrates’in ifadesiyle “eğriyi-doğrudan, iyiyi-kötüden ayırmak olduğu” düşüncesine sahip olmakla mümkün olduğunu öğretmelisin. “Kitap yüklü merkepler” ayetinin bilincinde olmalı.
“Boru” veya “dosya” içinde verilecek bir kağıt sahibi olmanın bir işe yaramadığını, hayatı, varoluşunu ve şahsiyetini inşa etmenin daha mühim olduğunu hissettirmelisin ona. Hayatın akıp geçtiğini, akıp geçen bu hayatın kenarında durup seyredip ders almasını öğretmelisin. Ona kendi ‘ben’iyle baş başa kalması ve onun “ben” yani şahsiyet olması nasihatinde bulunmalısın. Ona “arkadaş” olacağım diye çırpınma o istediğinde arkadaş bulur. Onun ihtiyaç duyduğu anne veya baba’dır. Bilesin ki anne-baba duygusunu ve hakikatini hiçbir yerden edinemez.
Ona insanlardan korkmayı ve onlardan uzak durmayı değil onlara karşı temkinli ve yardımsever olmayı, onlarla yaşamayı ve onları anlamasını salık ver. “Üniversite hayatı”, “Üniversite şehri”, “Üniversite ortamı” ve “Üniversite arkadaşlığı” kof, deyimsel hale gelmiş terkiplerle oyalanmamasını, hakiki işlerle meşgul olmasını ısrarla öğütle. Arkadaşlarını da tanı ve sev. Çünkü hem arkadaşlarının sana ve oğluna saygı duymasını hem de evladının yanlış arkadaşlarla dostluk edinip “arkadaş kazığı” yemesini engeller. Mümkün olduğunca tasarruflu yaşamasını öğütle fakat asla onu namerde de muhtaç etme. Onu merkeze koyma, eğer merkeze koyarsan merkeze iple bağlı bir topaç gibi döndürülür durursun “yeni yetmenin” elinde. Merkez ve hâkim (bilgili, öğretici ve hüküm verici) sensin... “O her şeyi biliyor” artık diye düşünme zira bu çağlar onun öğrenme ve görme zamanı. Ona çok da bir şey bilmediğini üslubunca kırmadan öğret…
Gazali, evladına “oğlum ve sadık dostum” diye seslenir sen de böyle seslen. Zira evladın en iyi yar ve dostu, anne ve babadır bilesin. Nasihatin acı haramların ise tatlı geldiğini bil. Sürekli imaj ve şekil kazanacağına Gazali’nin dediği gibi hareketleri ilmine uygun olsun. Öncelikle bunun için ilim yolcusu olmasını öğütle. Dünyasını imar ettiği kadar ahiretini de imar etmesini salık ver. (Eğer inanıyorsa). İlim elde etmek, sadece dünya menfaati elde etmek değildir bilsin.
Ey Veli, Gazali’nin “Değişmez bir hakikat olan ilim öğrenmekten maksadın eğer dünya menfaatlerini toplamak, şöhret, mevki sahibi olmak ve Müslümanlara büyüklük göstermekse sana yazıklar olsun” cümlesini kendi evladına usulünce ifade etmelisin. “ODTÜ’yü”, “Boğaziçi’ni”, “cart curt” okumanın onun şahsiyet olması için yeterli olmadığını lisani halle izah eylemelisin. Onun daha güzel ve ebedi bir istikbal hazırlamasını salık ver. Para kazanmağa çalışmak, mühendisliği, doktorluğu, avukatlığı daha çok para kazanmak için yapmanın anlamlı olmadığını, neticede öleceğini, bunların da bir işe yaramadığını anlat. İhtiyaç duyduğunda evlenmesi için her türlü imkan ve yardımı sağla ki harama düşmesin. Bu ülkenin ve İslam’ın bir ferdi olduğunu unutmaması gerektiğini nasihatinde bulun. Doktor, mühendis, öğretmen, akademisyen, iş adamı, yönetici ol ama “İnsan Kal” demeyi unutma. Beyefendiliğini veya hanımefendiliğini inşa etmeli.
Kul, evlat ve vatandaş olduğunu, yaradanına, ailesine ve devletine hürmetsizlik etmemesini hatırlat. Irak yerlerde olsa da anne ve babanın dizinin dibindeymiş gibi yaşamasını bilmeli, onların hayal, ümit ve dünyalarına saygın bir biçimde yaşaması gerektiğini de bilmeli. Her davranışı mahcup etmemek, verilen emeklerin hakkını vermek olmalıdır. Hayret sahibi olmalı, dil bilmeli, mümkün olduğunca şehirler ve ülkeler görmeli ki hem ülkesinin hem de dünyanın insanlarını bilmeli. Dünyasını ve varlığını inşa ettiği gibi kurulacak dünyanın da mimarı olduğunu bilmeli. Hem kendine kuracağı dünyanın hem de insanlık dünyasının bir mimar olduğunu bilmeli.
Özetle yersiz yere gurur ve havanın anlamı yok, asıl iş ve imtihan bundan sonra başlıyor.
Değerli dostum Doç.Dr. Ahmet…
Değerli dostum Doç.Dr. Ahmet Dağ' aydın ve entellektüel birikimiyle ele aldığı Veliler ve öğrenciler adlı makalesinden bir veli olarak çok faydalandım. Kalemine sağlık
Ülkemizin akademik camiadaki…
Ülkemizin akademik camiadaki aydınlık yüzlerinden kıymetli dostum Emrah dindi beyin yazı ile ilgili değerlendirmesine katılıyorum.
Ahmet dağ bey son derece yerinde bakış açıları geliştiren cins ve velüd bir akademisyen, gerek Ümran dergisindeki yazılarında gerekse diğer çalışmalarında gerçek problemleri özgün bir üslüpla ele alıp çözümlüyor, hocanın bu yazısını da yerinde bir öğüt, değerli bir nasihat olarak gördüm,
Yeni yorum ekle