“BM raporlarında; Covid-19’un çıkış noktası olan Çin’de şubat ayında yerel polis teşkilatına bildirilen aile içi şiddet vakaları üçe katlandı.”
“ABD’de de Philadelphia merkezli kadın kuruluşu Women Againts Abuse, Covid-19 günlerinde kadına şiddetin yüzde 30 arttığını duyurdu”
“Karantinanın başladığı günden bugüne 10 kadın öldürüldü, hepsi de ev içinde erkekler tarafından öldürüldü. Şiddete uğrayan kadınların yardım çağrılarında da son 10 gündür artış var.” (https://www.haberturk.com/turkiye-de-son-10-gunde-ev-icinde-10-cinayet-yasandi-2623801
Türkiye Koronavirüsle mücadele ederken 10 gündür ülkenin büyük kısmı ev karantinasında. Evlere kapanıldığı, zorunlu olmadıkça dışarı çıkılmadığı şu günlerde aslında ...
|
)
Korona virüsü salgını nedeniyle sokağa çıkmanın kısıtlanması, çalışmaların internet vasıtasıyla evden yürütülmesi ve bazı kişilerin işini kaybederek evde kalması gibi nedenlerle aile içi şiddette artış olduğu haberlerde yer almaktadır.
Sürekli bir sorun olarak yaşanan aile içi şiddet, korona virüsü salgınıyla oluşan iş ve hayat değişikliği nedeniyle sorunun boyutlarını ağırlaştırmış görünüyor. İlerleyen zaman dilimlerinde buna ait istatistikler ortaya çıktığında sorunun büyüklüğü daha net anlaşılacaktır. Yukarıda verilen haber bu kronik sorunun artarak devam edeceği işaretini vermektedir.
Aile içi şiddetin çeşitli nedenleri vardır. Bunları kabaca sayacak olursak; çocuk yaşta evlilikler yapılması, eşler arasındaki yaş aralığı, ekonomik ve kültürel yapının uyumlu olmaması, işyerinde yapılan mobbingin aileye yansıması, işsizliğin getirdiği ekonomik açmazların yaşanması, alkol ve uyuşturucu bağımlılığının yaygın olması, eşlerde sorun çözme ve öfke kontrolü gibi alanlarda yeterli bilginin olmaması, eşlerden birinin küçük yaşta şiddete uğramış olması, yeterli aile danışma merkezlerinin bulunmaması gibi nedenler sıralanabilir.
Ben bu yazımda aile içi şiddete neden psikolojik etmenler üzerinde durmak istiyorum.
Dünya Sağlık Teşkilatının verilerine göre her dört kişiden birinin psikolojik açıdan sorunlu belirtiliyor. Kişiler evlenmeye karar verdiklerinde birbirlerini psikolojik açıdan tanımak ve evliliğin getireceği görev ve sorumluluğu öğrenmek için bir eğitime tabi tutulmalı diye düşünüyorum. Kişi bir araba kullanmak için sürücü eğitimine tabi tutuluyor, sınava giriyor başarması sonucunda ehliyet alabiliyor. Buna rağmen bazı ihlaller yaptığında ehliyetine de el konuluyor. Ama toplumun çekirdeği olan bir aile kurumunu yürütmek için hiçbir şart aranmıyor. Bir eğitim gerekmiyor. Oysa toplum düzeni ancak ailedeki düzene bağlı olarak gelişebiliyor. Sorunlu ailelerde yetişen fertler kamu düzenini alt üst edebiliyor. Aile içi şiddet içinde yetişmiş çocuklar büyüdüklerinde ve evlendiklerinde şiddet eğilimi gösteriyorlar. Toplumun ciddi bir sorunu oluyor bu kişiler.
Evliliğin kurulmasında eşler birbirini tam tanımıyor. Her iki taraf birbirine tıpkı ay gibi aydınlık yüzünü gösteriyor ama karanlık yüzünü göstermiyor. Kişiler birbirini tanıdıkça karanlık yüzleriyle karşılaşıyorlar, bu durum hayal kırıklığına yol açıyor. Özellikle zorunlu olarak bir arada bulunma sonucu, bu karanlık ve gizlenen yönler açığa çıktıkça anlaşmazlıklar kavgalar ve şiddet meydana geliyor.
Özellikle yetişme tarzından kaynaklanan ve uzlaşı kültürüne ters olan davranışlar da evlilikte şiddete yol açıyor. Örneğin her şeyi kendine hak gören, karşı tarafla empati kuramayan ve evliliği karşılıklı hakların dengelenmesi olarak algılamayan kişi rahatlıkla şiddete başvurabiliyor.
Kültürden kaynaklanan ve şartlanmış çıkarımları olan kişiler doğrudan şiddet eğilimli olabiliyor. Şartlanmış çıkarım olarak “karım bana hizmet etmeli” “karım beni mutlu etmeli” “esas olan benim” gibi şartlı çıkarımları olan kişiler bunu evlilikte görmediği zaman şiddeti kendine bir hak olarak görmeye başlıyor.
Aşırı derece kontrolü elde tutma tutkusu da şiddete yol açar. Erkek egemen toplumda her şey benim kontrolümde olsun düşüncesi beraberinde şiddeti doğuruyor. Oysa bir iradeyi yok saymak, onun düşüncelerini ve davranışlarını sürekli kontrol altında tutmaya çalışmak yanlış bir tutumdur. Esas olan karşılıklı saygı ve güvendir. Diğer yandan eğer kontrol edeceğim düşüncesiyle öfke duyuyorsak inisiyatif bizde olmaz. Bizi öfkelendiren kişi bizi dilediği gibi manipüle etmiş olur.
Aile içi şiddeti doğuran birçok negatif duygudan bahsedebiliriz. Zaten bunlar yaşanmaktadır. Bu nedenle şiddetin olmaması için psikolojik olarak neler önerilebilir, bunlar üzerinde durmak gerekir.
Eşler birbirini zorla değiştirmeye çalışmamalıdır. Ne kadar zorlama olursa o kadar direnç olur. Bu ise kavga ve şiddet demektir. Bu nedenle eşler birbirinin gerçeğini olduğu gibi kabul etme dirayeti göstermelidir. Zaten zamana bırakırlarsa hayat her ikisini de değiştirecek bir noktada hizaya getirecektir.
Affetmeyi öğrenmeliyiz. İnsanların her zaman hata yapabileceğini hatırda tutmalıyız. Affetmenin bir erdem olduğunu bilmeliyiz. Bizim de hatalarımızın olduğunu düşünüp özeleştiri yapabilmeliyiz. Affetmenin hayatımıza kattığı faydaları düşünmeliyiz.
Öfkenin ve şiddetin panzehiri merhamettir. Merhamet duygumuzu geliştirmeliyiz. Şiddet bizi hayvanlığa, merhamet duygusu bizi insanlığa yaklaştırır. Şiddet bizde negatif duyguyu körüklerken merhamet duygusu bizdeki stresi yok eder. Dünyada bir misafir olduğumuzu ve yaşanan her şeyin geçici olduğunu idrak etmemiz gerek.
Öfke için bahane aramak yerine sevmek için bahane arasak, olayların olumsuz tarafına değil olumlu tarafına da bakabilsek, geçmişte yaşadığımız kötü deneyimleri hayatımıza yansıtmak yerine onlardan doğru dersler çıkarsak, hayatımızın daha yaşanılır hale gelmesi mümkündür.
Mevlâna, “İnsan düşünceden ibarettir gerisi et kemiktir” diyor. Her şey düşüncelerimizde başlıyor. Eğer insanlara iyi oldukları kabulüyle bakarsak, insanlardaki iyiyi görürüz. Eğer insanlara kötü olduğu kabulüyle bakarsak, insanlardaki kötüyü görürüz. Aslında gördüğümüz her şey içimizin bir yansımasıdır.
Yeni yorum ekle