Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak dediğimiz bu günlerde, uluslararası ilişkilerin temel araçlarından birisi olan “kalkınma yardımları” stratejilerinde de yeni bir dönemin başlayacağını söylemeliyiz. Bir tek kişiyle başlayıp bütün dünyayı etkisi altına alan korona virüs bizlere dünyanın ne kadar küçük ve insanların birbirine ne kadar entegre olduğunu göstermiş oldu. Gözle görülemeyecek bir varlığın genel olarak uluslararası ilişkilerde tehdit ve savunma stratejilerini tamamen yerle bir ettiğini söylemek abartı olmayacaktır. Bundan böyle ülkeler savunmaları için nükleer ve konvansiyonel silahlanmaların önemini yeniden düşünmeye başlayacaklar.
Bu yeni durum karşısında doğal olarak ülkeler; kendi kendine yetebilme, yerli üretim yapma, yenilenebilir doğal enerji kaynakları kullanma ve mümkün olduğunca dışa bağımlılığı azaltma yönünde girişimlerde bulunacaklar. Bu durum doğal olarak devletlerin ekonomiye doğrudan müdahale edeceği bir dönemi başlatacaktır.
Bu süreç uluslararası ticaretin kurallarını yeniden oluşturacağı için sadece ülkesel değil aynı zamanda küresel liberal ekonomi politikaları da radikal bir şekilde etkilenecektir. İşte bu yüzden ülkelerin kendi kendilerine yetebilmeleri eskisinden daha önemli hale geldi. Demokratik veya sosyal devletlerin vatandaşlarına ne kadar sahip çıkabildiklerinin sorgulandığı bu dönemde, her şeyin en sıradan insan yaşamına yönelik planlanması gerektiğini ortaya koydu. Üretimin, ticaretin, ulaşımın ve fiziki küreselleşmenin bu denli yıpranması, kendi kendine yetebilmenin temeli olan sağlık, tarım ve hayvancılık gibi sektörleri öne çıkardı.
Ülkesel ve küresel anlamda bunca belirsizliğin ve paniğin yaşandığı bu süreçte, kalkınma yardımlarına yönelik bir stratejinin geliştirilmesi öncelikli bir husus gibi görünmemekle birlikte, bu alanda şimdiden çalışma yapan ülkelerin uluslararası politikada daha etkin bir rol alacağı şüphesizdir. Bu zamana kadar gelişmiş ülkeler sömürgecilik ve emperyalizm mantığıyla, söylemsel olarak çok sağlam ama etkinlik olarak çok başarısız kalkınma yardımları projeleri gerçekleştirdiler. Az gelişmiş ülkelerin daha fazla yardıma muhtaç olduğu günümüzde, kalkınma yardımlarına ayrılan bütçelerin miktarları azaltılacak olsa da, arzu edilirse bunun etkinlik performanslarıyla telafi edilebileceğini söyleyebiliriz.
Kalkınma yardımlarının geleceği üzerindeki en büyük tehditlerden birisi, ülkelerin iç kamuoyundan gelen baskılar olacaktır. Vatandaşlar ülkelerinin yaptıkları yardımları bütçesel ve etkinlik olarak artık eskisinden daha fazla takip edecek ve hükümetlerin hesap verebilirliklerini kontrol edeceklerdir. Kaldı ki yönetimler de kalkınma yardımlarına eskisi kadar bütçe ayırmakta fazla istekli olmayacaklardır.
Dijital küreselleşmenin çığ gibi büyüdüğü bu günlerde, her insanın kendi ülkesinde yaşanılabilir bir hayat standardında olması, eskisinden daha önemli hale geldi. Diğer yandan, bu kriz vesilesiyle üretimlerin ve dış ticaretin tahayyül edilmez bir şekilde düşmesi doğal olarak dünya çapında bir istihdam sorunu ortaya çıkardı. İşsizlik artık gelişmiş ülkelerin de en büyük sorunu oldu. Batılı ülkeler böylesi bir ekonomik ve sosyal bunalım döneminde göçmenlere kapılarını açmayacağı gibi içerideki yabancılara karşı da düşmanlığın artmasına engel olamayacaklardır. İşte tam da bu nedenle kalkınma yardımları eskisinden daha önemli bir hale gelmiştir. Aksi takdirde açlık ve işsizlik nedeniyle artacak olan göç hareketleri bütün dünyanın en büyük sorunu olacaktır.
Ulusal ekonomiler ve uluslararası ticaretteki sıkıntılar nedeniyle ülkeler kalkınma yardımları için mümkün olduğunca sınırlı bütçe ayıracaklardır. Dolayısıyla kalkınma yardımlarının temel stratejisi; sınırlı bütçe, etkinlik ve sürdürülebilirlik, temel sektörleri; sağlık, tarım ve hayvancılık, temel hedefleri, ulaşılabilir gıda, istihdam ve sağlıklı hayat olacaktır.
Gelişmiş, ancak tarımsal olarak dışa bağımlı ülkeler kalkınma yardımları vesilesiyle kendilerine yeni üretim alanları oluşturacaklar. Herkes uzman olduğu konularda üretim yapma yerine sınırlı da olsa her alanda üretim yapmaya başlayacaktır. Lakin coğrafi ve altyapı olarak buna yeterince müsait olmayan ülkeler kendilerine yeni topraklar bulmak zorunda kalacaklar. Bu da bize “yeni tip sömürgecilik” modelinin başlayacağını işaret etmektedir. Aslında bir süredir İsrail gibi ülkelerin kendi ülkelerinin dışında geniş topraklar kiralamak suretiyle gerçekleştirdiği tarımsal faaliyetler bunun önemli bir göstergesidir.
Tarım ve hayvancılık alanında, Avrupa’da coğrafi ve lojistik olarak büyük bir üstünlüğe sahip Fransa’ya karşı, diğer ülkelerin AB politikalarını hiçe saymak suretiyle oluşturacakları tarım politikaları AB içinde yeni krizlerin çıkmasına neden olacaktır. Benzer şey Almanya’ya yönelik sanayi üretimleri için gerçekleşecektir. İki dünya savaşının en büyük nedeni olan pazar paylaşımları yakın bir zamanda Avrupa içinde ve dışında yeni bir mücadeleyi tetikleyecektir.
Zihniyet olarak dünya, sömürgecilerin 1884 Berlin konferansında ülkeleri cetvelle çizerek paylaştıkları döneme girmiştir. Tam da böyle bir sürecin başladığı dönemde “kalkınma yardımları” ile potansiyeli olan ülkelerde karşılıklı çıkar zemininde ortak kalkınma programları başlatan ülkeler bir adım öne çıkacaktır.
Avrupa için Ukrayna’yı da içine alacak Doğu Avrupa bölgesi ve Somali, Sudan, Kenya Etiyopya başta olmak üzere hem stratejik hem doğal kaynaklar hem de tarımsal kapasitenin yüksek doğu Afrika ülkeleri önemini artıracak ilk bölgeler olacaktır. Devletler iç ve dış ekonomi politikalarında eskisinden daha etkin bir duruma gelmek zorunda kalsa da, kalkınma yardımları stratejilerine özel sektörü çok yoğun bir şekilde müdahil etmek zorunda kalacaklardır. Zira özel sektör ve sivil toplum teşkilatlarının müdahil olmadığı bir kalkınma yardımı programı etkinliği itibariyle sürdürülebilir olmayacaktır.
Kapitalist sistem pazar olmadan var olamaz. Dünyada istikrarın ve düzenin sağlanması için ekonomik sistem en kısa zamanda yeniden üretmeye ve tüketmeye başlayacaktır. Kalkınma yardımları stratejileri ülkelerin ulusal siyaset ve uluslararası ticaretine sağladıkları katkıyla yönetimlerin en önemli politik araçlarından birisi olacaktır. Ülkeler genelde yaptıkları yardımların evrensel insani boyutlarına değinmek suretiyle, harcadıkları paraları kendi kamuoylarında meşrulaştırmak isterlerken, artık kendi insanına sağladığı katkıları anlatmak suretiyle bu meşruiyeti sağlayacaklardır. Dolayısıyla gelecek dönemde şu an popüler gibi görünen “acil insani yardımlar” yerini “sürdürülebilir kalkınma programları”na bırakacaktır.
Bu şekliyle sadece dış politikanın değil aynı zamanda iç politikanın da bir unsuru haline gelen kalkınma yardımları stratejileri eskisinden daha karmaşık bir hale gelecek ve üst bir akıl tarafından yönetilecektir. Her ne kadar içinde yaşadığımız sürecin sıcaklığı nedeniyle öncelikli bir mesele gibi görünmese de bu husus ülkelerin önemli bir gündemi haline gelecek. Bu sadece ülkelerin kendileriyle ilgili bir durum değil elbette, dünyada meydana gelen işsizlik, açlık ve fakirlik için bugünden bir çözüm düşünülmez ise yakın bir zamanda bütün dünya bu süreçten nasibini alacak.
“Yeni tip sömürgecilik”, “kısıtlı bütçe” imkanları ve “hesap verilebilirlik” gelecek dönemde kalkınma yardımlarının en büyük çıkmazları ve çatışma alanı olacaktır. Diğer taraftan başta BM olmak üzere birçok uluslararası kuruluş ve bunlara ait mevzuatlar daha sorgulanır hale gelecek, AB ve OPEC gibi yapılanmaların üyeleri arasında uyuşmazlıklar ortaya çıkacaktır. Bütün bunlar kalkınma yardımlarının içerik ve boyutuna yansıyacak ve hali hazırda çok da etkin olmayan uygulamalar bu defa tamamen çıkar ilişkileri üzerine inşa edilecektir.
Klasik çıkar ilişkilerinin dışında, dünyada gerçekten huzur, istikrar ve barış arzu ediliyorsa, “Bin yıl kalkınma hedefleri”, “2030 sürdürülebilir kalkınma hedefleri” gibi içerik olarak çok idealist lakin uygulanabilirlik olarak çok yetersiz kalan programlar yerine, “bir tabak yemek, bir parça ekmek bir bardak su” sloganıyla, her toplumu kendi ülkesel kaynaklarını kullanmak suretiyle “kendine yetebilen” ülkeler haline getirilmelidir. Aksi halde dünya hükümetler tarafından yönetilemeyecek hale gelecek ve sosyal medya üzerinden yönlendirilecek toplumsal hareketler dünyanın geleceğini belirleyecektir.
Yeni yorum ekle