Amerika kıtası matbaa ile XVI. Yüzyılda tanıştı. Peru'nun Lima şehrinde ve Meksika'nın bugünkü başkenti Mexico City'de ilk matbaalar kuruldu. Bunu Havana izledi. İlk dönemlerde yerli dilleri üzerine dilbilgisi ve sözlük çalışmaları basılıyordu. Haliyle sömürgecilik için gerekli araçlardı bunlar. Entelektüel donanım için İspanya'dan gerekli basılı materyaller kıtaya taşınıyordu. Cervantes'in Don Quijote romanının basılı ilk bölümü daha 1605 yılında Peru'ya ulaştırıldığına göre bu sevkiyata önem verildiğini anlıyoruz. Bu meyanda o dönemde İspanya'da kitap basımının Avrupa'dan önde olduğunu söyleyelim. Yine o yıllarda İspanya'da moda olan Jorge Manrique, Luis de Gongora, Quevedo, Calderon de la Barca gibi yazar ve şairlerin kitapları çok geçmeden kıtaya taşınıyordu. Daha doğrusu kıtada kurulmuş olan şehirlerdeki okurlara. Tür olarak da bir moda vardı o zamanlar İspanya'da: Gezginci şövalyelerin maceraları üzerine anlatılar. Don Quijote'den önce Valencia Katalancasında yazılan Tirant lo Blanc (Beyaz Şövalye) adlı romanı da anmamız gerekir burada. Büyük bir bölümü Joanot Martorell tarafından kaleme alınan romanı Joan de Galba bitirdi. Yayınlanış tarihi de 1490'dır. Cervantes'in bu romandan esinlendiği bilindiğinde değeri artıyor. Bu tür anlatıların Müslüman dünyası için anlamı üzerine duralım şimdi. İki şık ileri sürebiliriz bu noktada.
İlki "etkilenim": Araplar Tarık Bin Ziyad önderliğinde 711 yılında İspanya'ya geçtiler ve Guadelete muharebesinin kazanılmasıyla 714 yılına kadar birçok şehri ele geçirdiler. Amerika'nın keşfedildiği 1492 yılında Granada yenilgisi ile gerileme dönemi başladı. Bu yüzyıllar içinde Arapların "faris" ya da "fata" diye adlandırdıkları gezginci Arap atlı kahramanların anlatıları İberik Yarımadası'ndaki diğer halkları etkiledi. Bu kahramanların örnek aldığı kişi Hz. Ali'den başkası değildi. Yine bu kahramanlar, İspanyolların sonradan "amor cortes" diye kavramlaştırdıkları soylu aşka inanıyorlardı. Latinlerin tensel aşka önem veren aşk tanrısı "cupido"dan ayrışan bir aşk anlayışı yerleşiyordu bu Afrika'ya bakan Hıristiyan topraklarına. Hikmet temelli bir felsefi tasavvur ve şairlik de cabası... Hülasa, İberikli Hıristiyan şövalyeler böyle bir etkilenim içindeydiler.
İkincisi "tepki": Fatih Sultan Mehmet Han'ın 1453 yılında İstanbul'u fethetmesi Katolik İspanya'da hüzünle karşılandı. Bu hüzünden kurtulmak gerekiyordu. Böylece, ilk şıkta dile getirmeye çalıştığımız Arap atlı kahramanların İberikli Hıristiyan şövalyeye dönüşümü üzerine, İspanyolcada "hazana" (yiğitlik) denilen kavram öne çıktı. XV. ve XVI. Yüzyıllardaki gezginci şövalye anlatılarına baktığımızda Müslümanların ilerleyişini durdurma parodilerini sıkça görürüz. "Hazana", bundan böyle Hıristiyan şövalye anlatılarının da önemli bir özelliği oldu.
Gezginci şövalye anlatıları/romanları İspanya'nın olduğu gibi Latin Amerika'nın da ilk bestseller dalgasıdır. Böyle olunca da kıtaya Avrupa'dan taşınan edebiyatın epik tarzı ortaya çıkıyor. Latin Amerikalı edebiyat araştırmacıları bu tarza "Arabigo-Cristiano" diyorlar, cesaretle. Bunu da bilelim!