Tarih, çoğu zaman ilerlemeye giden yolu gösteren ya da bir gerileme sürecinin başladığına işaret eden öncesi ve sonrası olan dönüm noktalarından oluşur. Bu, herkesçe kabul edilen bir gerçektir.
11 Eylül olayından sonra dönemin ABD Başkanı, olanları “medeniyetle barbarlık arasında bir çatışma” olarak nitelemişti. 7 Ekim sonrasında, yaşanan soykırıma rağmen, İsrail Başbakanı, ABD Kongresinde 24 Temmuz 2024’te yaptığı konuşmasında, Gazze çatışmasını aynı şekilde “barbarlıkla medeniyet arasında bir çatışma” olarak nitelemiş, kendilerinin başta ABD olmak üzere özgür dünya adına varoluş mücadelesi verdiklerini anlatmaya çalışmış, -küçük ölçekli protestolar olsa da- tüm Kongrede ayakta alkışlanmıştı. Filistin meselesinin geçmişi uzun ve bu yazıda ya da her yazıda yeniden anlatılması zor. Konuyla ilgili bir tartışmanın, okuyucunun tarih bilgisine ve kavrayışına güvenerek yapılması kaçınılmaz.
İsrail’in ABD ve Batı sisteminin desteğiyle yürüttüğü Gazze projesi, Batı’nın kolonyalist nekropolitikasını zirveye çıkarmış, biyometrik kontrol noktaları, drone görüntüleri ve veri madenciliğiyle çıkarılmış davranış örüntüleri aracılığıyla algoritmik bir imha faaliyetine dönüşmüştür. Bu, nekropolitiğin zirveye çıkmış halidir. Bu bağlamda askerî meşruiyet, sonradan (post hoc) üretilmekte, algoritmik suçluluk ise örüntü tanıma yoluyla atfedilmektedir. Kullanılan silahın ya da atılan bombanın türü dolayısıyla o saniyelik dokunuşla kaç kişinin ‘silineceği’ne bu algoritmayla belirlenmektedir. Buna İsrail askeri dilinde “çim biçmek/budamak” (mowing the grass) denilmektedir.
Bu yaklaşım/doktrin yalnızca anlık can kayıpları üretmekle kalmaz, aynı zamanda kalıcı bir yıpranma ve çökertilme hâli yaratır. Altyapı düzenli aralıklarla yok edilir; okullar, hastaneler ve su sistemleri neredeyse işlemez duruma getirilir. Ortaya çıkan sonuç, Lauren Berlant’ın ifadesiyle “yavaş ölüm”dür[1]: gösterişli bir şiddet değil, yıpratıcı ve aşındırıcı bir tahribat.
Bu, kıtlığın kuşattığı bir hayat biçimidir; zamanın kendisinin silaha dönüştürüldüğü bir varoluş/yokoluş hâlidir. İşgal Altındaki Topraklarda, bizzat İsrailli insan hakları savunucularının örgütü olan İsrail İnsan Hakları Bilgi Merkezi olan B’Tselem’in ifade ettiği gibi, bu açık hava hapishanesini en sinsi kılan şey, yalnızca kapsama alanının genişliği değil, psikolojik etkisidir: gözetim, mekânsal denetimin bir aracı olmanın ötesine geçerek bir işkence mekanizmasına dönüşür.
Bu, sürekli bir korku hâli içinde yaşamaktır. Ve bu korkunun nasıl üretildiği, artık bilinmektedir. Gospel (Habsora), Lavender, Blue Wolf ve Red Wolf gibi yapay zekâ destekli yüz tanıma hedefleme sistemleri ve benzeri teknolojiler, Filistin’den Avrupa’ya, ABD’ye ve hatta Avustralya’ya kadar uzanan Filistin diasporasının tamamına yayılmış durumdadır. Bu teknolojinin büyük ölçüde Amerikan menşeli olduğu belirtilmektedir. Blue Wolf, Hebron’da kullanılmakta olup, “Batı Şeria’da yaşayan her Filistinliyi fişlemeyi hedefleyen” bir sistemdir. Her bir profil; fotoğraflar, aile geçmişi, eğitim durumu ve bir güvenlik derecelendirmesi içermektedir. Açık kaynaklardan herkesin öğrenilebileceği bilgilere göre, kullanıcı farkında olmadan herhangi bir cep telefonunu ele geçirebilen sıfır-tıklamalı İsrail menşeli Pegasus casus yazılımı duyan vardır. Bu yazılım; kişi listesinden görsellere, belgelere, GPS verilerine, sosyal medya ve diğer şifrelere kadar telefondaki tüm verileri toplayabilmekte, ayrıca kameranız üzerinden sizi izleyebilmekte ve mikrofonunuz aracılığıyla ortam dinlemesi yapabilmektedir. Uydu ve drone taraması, Gazze üzerinde bir “havadan işgal” biçimini temsil eder; Filistinli liderlere yönelik hedefli suikastlara imkân tanır, mekânsal denetimin uygulanmasına yardımcı olur ve mahallelerin hedefli biçimde yok edilmesi yoluyla hangi alanların yaşanabilir olacağını fiilen belirler.
Sürekli ya da önceden haber verilmeyen bombardımanlar yoluyla kolektif direnci zayıflatmak, psikolojik bir krizi tetiklemek ve bir insanın hayatını sürdürebilmesi için gerekli su, gıda ve tıbbi malzeme gibi temel ihtiyaçların teminine ilişkin belirsizlik yaratmak bu stratejinin parçasıdır. İsrail’in, bu kampanyada Avustralya’daki Pine Gap’te konuşlu CIA tarafından desteklendiği gerçeği bir açık bilgidir. (Declassified Australia, https://declassifiedaus.org/ ).
İsrail ve ortakları, geniş ağlı (dragnet) sosyal medya veri toplama faaliyetleri yürütmektedir. Buna; web sitelerinde yapılan tüm gezintiler, bankacılık işlemleri, e-postalar, WhatsApp yazışmaları ve konuşmaları ile sabit disk verilerinin ele geçirilmesi dahildir.
Biyometrik gözetim, kişinin maruz kalabileceği açık kontrol noktası uygulamalarını da kapsar—iris taramaları, parmak izi taramaları, X-ray cihazları—ve bunların tamamı kaydedilerek ileride analiz edilmek üzere bir veritabanına eklenebilir. Ayrıca tüm tıbbi kayıtlar da buna dahildir; tümü dijitalleştirilir ve bir dosya ya da profilin parçası hâline getirilebilir. Çift kullanımlı bir sistemde, bu tür veri toplama hem sizin hem de işini yapan yetkililer için bir kolaylık sağlayabilir; ya da güvenlik birimlerinin geçmiş ve gelecekteki bedensel dönüşümlerinizi izlemelerine yardımcı olabilir. Buradan DNA imzaları gibi değerli bilgilerin dahi elde edilebildiği tartışılmaktadır.
Biyometrik bilgiler, kullanıcının siber uzaydaki faaliyetlerinden çıkarılan algoritmik verilerle tamamlanır. Algoritmik veriler, zaman içinde ihtimaller ve mantıksal örgülerden oluştuğu (yani davranış ve hatta arzu örüntüleri) için ortalama kullanıcı açısından daha zor anlaşılır. Algoritmalar, insanın stratejik düşünme biçimini sondajlayıp analiz etmede son derece güçlüdür ve bunu iletişim hızında gerçekleştirir. Sonuçta ne zaman vurulacağınız ta da yakalanacağınızı da kestiremezsiniz. O nedenle hamasetle, hamakatla, sloganla ve paraglaydırlarla (motorlu/pervaneli yamaç paraşütleri) savaş iddiası olmaz. Olsa olsa intihar olur. Olması gereken ‘siyasal psikolojik ittihad’ ve yüksek askeri-siber teknolojiye sahip olmaktır. Bu olana kadar az zaiyatla idare edilmesi, ölçülü orantılı mücadele yolları aranması, hikmet, basiret ve hakikat gereğidir.
Gazzelilerin bir laboratuvar deneğine dönüştürüldüğü bu yokoluşun şartları, Jasbir Puar’ın (2017) “sakatlama hakkı” olarak adlandırdığı şeyi üretir: doğrudan öldürmeyen, fakat sakatlayan, kalıcı hasar veren, denetim altına alan ve tüketen bir egemenlik gücü. Gazze’de bu durum; belli uzuvların keskin nişancı atışlarıyla rutin biçimde yaralanması, tıbbi tahliyelerin engellenmesi, sivil altyapının hedef alınması ve elektrik ile temiz suya erişimin boğulması şeklinde tezahür eder. Silah yalnızca füze ya da drone değildir—bürokratik abluka, kemoterapi için bekleme listeleri, seyahat izinlerinin reddi ve umudun çözülüşü de bu silahın parçalarıdır. ‘Yavaş ölüm’le (evet yavaş ölüm) uygulanan topyekun silme siyaseti. İşte bu, teopolitik nekropolitiğin ta kendisidir.
Bu ‘topyekun silme’nin kökeni, Batı’nın kendisi dışındaki insanlığı ‘homo sacer' (okunuşu: ‘homo-seykır’’) görmesiyle ilgilidir. İsrail’i kuran ve koruyan da Batı Hristiyan Siyonizmidir.
Homo Sacer: Batı Nekropolitiğinin Kökeni
Batı’nın nekropolitik tasavvuru, İtalyan düşünür Giorgio Agamben’in üstünde durduğu ‘homo sacer’ kavramından beslenir; yasal sonuç olmaksızın gözden çıkarılmış, öldürülebilecek ve siyasi toplumdan dışlanmış kişi anlamındadır. Bu ‘kutsal tüketilebilirlik’, sömürgecilik ve sistematik yoksunluğu destekler. Tarih boyunca Batı dışı nüfuslar ırk temelli olarak "öldürülebilir" görülmüştür. Gazze, bu mantığın çağdaş bir tezahürüdür: tüm bir nüfusun yapısal olarak tüketilebilirliği. Gazzeliler ‘homosacer’ yani ‘gözden çıkarılmışlar’dır. Tanrılara da kurban edilemezler. Onurla ölme hakları da yoktur, onurla defnedilme hakları da yoktur. Sadece ‘yok’ hükmündedirler. Alman Nazi toplama kamplarında açlıktan iki büklüm secdeye varmış gibi yığılmış yahudilere Alman Nazilerin ‘die Muselmänner” (müslüman) demelerindeki ırkçı şiddet de böyledir.[2]
Hegelci Tarih, Oryantalizm ve Nekropolitik
Batı nekropolitiğinin bir diğer kaynağı, Hegelci tarih anlayışı ve Oryantalist çerçevelerdir. Hegelci tarih anlayışı, Avrupa'yı rasyonalite, ahlak ve medeniyetin zirvesi olarak konumlandırırken, Batı dışı toplumları durağan, geri veya irrasyonel olarak görür. Edward Said'in analiz ettiği Oryantalizm, bu mantığı bilgi üretimine taşır: "Doğu" kaos, despotizm ve düzensizlik alanı olarak inşa edilir ve Avrupa'nın müdahalesini meşrulaştırır. Bu epistemik hiyerarşi, nekropolitik şiddeti meşrulaştırır: "daha az medenileşmiş" veya "öteki" olarak tanımlanan topluluklar ‘insandışılaştırır/dehumanize’ edilir ve yapısal olarak öldürülebilir kılınır. Gazze, modern savaş mantığı ve sömürgeci bilgi üretiminin mirasını gösteren somut bir örnektir.
İslam’ın Anti-Nekropolitik Dünyagörüşü
Böylesi şiddetli bir nekropolitika karşısında, yüz yıl önce Ahmet Rıza’nın “Batı Siyasetinin Ahlaken İflası” kitabında ve Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’nin “Yirminci Asırda Alem-i İslam ve Avrupa Siyaseti” kitabında da veciz surette anlattıkları üzere Batı’nın gözümüzün içine baka baka bu ‘insan hakları edebiyatı’ üstünden ‘kahreden’ şiddet kültürüne karşı, yani nekropolitik anlayışa karşı İslam ahlakı yegane güçlü duruşu temsil eder. Kur'an ve Sünnet, hayatı, onuru ve adaleti koruyan ilkeler koyar, keyfi öldürme ve yapısal zulmü yasaklar. Şu Kurani ve Nebevi prensipler (sadece Gazze özelinde değil) nekro-teopolitiğe karşı direnmeyi mümkün kılan yegane ilkelerdir:
- Yaşamanın Kutsallığı-( أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الْأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا
İstişhad bile yaşatmak içindir ölmek için değil.
- Ahsen-i Taqwîm — İnsanın En Güzel Kıvamda Yaratılması, ( لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ ) bu ayette -Tin suresi, ayet 4- insan, yaratılışı kıvama ermiş en güzel örnek olarak nitelenir. Dolayısıyla, yaratılan insan, Yaratan’dan ötürü saygı ve sevgiyi hak eder.
- Taʿāruf — Birbirini Tanıma ve Birarada yaşama, ( يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَىٰ وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا ) -Hucurât 13- “Ey insanlar! Sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık; sizi milletlere ve kabilelere ayırdık ki birbirinizi tanıyıp birarada yaşayasınız.”
- Qist — Hakkaniyet ( وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَىٰ أَلَّا تَعْدِلُوا ۚ اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَىٰ ) -Mâide 8- “Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe itmesin; adil olun; bu takvaya en yakındır.”
- ’Adâlet( إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْإِحْسَانِ ) -Nahl 90- “Şüphesiz Allah adaleti ve ihsanı emreder.” وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا) -Mâide 32- “Kim bir canı haksız yere öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir; kim bir canı kurtarırsa, tüm insanlığı kurtarmış gibidir.” Bir sahih hadis-i şerifte de (Ahmed b Hanbel’in Müsnedi’nde Enes b. Malik’ten rivayetle) şöyle beyan ediliyor: " اَلْمُؤْمِنُ مَنْ أَمِنَهُ النَّاسُ، وَالْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ، وَالْمُهَاجِرُ مَنْ هَجَرَ السُّوءَ، وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ عَبْدٌ لَا يَأْمَنُ جَارُهُ بَوَائِقَهُ." yani, “Mümin, insanların kendisinden emin olduğu kimsedir. Müslüman, Müslümanların dilinden ve elinden güvende olduğu kimsedir. Muhacir ise kötülükten hicret eden kötülüğü terk eden kişidir. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, komşusu kötülüklerinden emin olmayan kimse cennete giremez.” Dikkat edilirse, burada ilk vurgu, ‘mümin olmak’la insanların kendisinden emin olması arasında kurulan anlam ilişkisinedir.
- Hadis: Ölümü Dilememek -Peygamber ﷺ şöyle buyurmuştur: لا يَتَمَنَّيَنَّ أحَدٌ مِنْكُمُ المَوْتَ لِضُرٍّ نَزَلَ به، فإنْ كانَ لا بُدَّ مُتَمَنِّيًا لِلْمَوْتِ فَلْيَقُلْ: اللَّهُمَّ أحْيِنِي ما كانَتِ الحَياةُ خَيْرًا لِي، وتَوَفَّنِي إذا كانَتِ الوَفاةُ خَيْرًا لِي. “Bir musibetten dolayı bile ölümü dilemeyin; “Başa gelen bir sıkıntı sebebiyle hiçbiriniz ölmeyi istemesin. Eğer ölümü istemek zorunda kalırsa şöyle desin: Allahım! Yaşamak benim için hayırlı olduğu sürece hayat ver. Ölmek benim için daha hayırlı olduğu zaman canımı al!.” (Sahih Buhari ve Muslim)
- Şartlı Savaş/Qıtal ve Esirler Geçici hedefler için esir almayın emri:( مَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَنْ يَكُونَ لَهُ أَسْرَىٰ حَتَّىٰ يُثْخِنَ فِي الْأَرْضِ ) -Anfâl 67- “Bir peygamberin esir alması, tam bir zafer sağlamadan uygun değildir.” Keza, Adalet sağlanabilir değilse savaşmaya girişmeyin-( وَقَاتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُوا ۚ ) -Bakara 190), ya da “Allah yolunda, sizinle savaşanlarla (savaşmayanlarla değil) savaşın ama haddi aşmayın.”, bunun yanında Zulüm sona ererse düşmanlığa son verin: فَإِنِ انْتَهَوْا فَلَا عُدْوَانَ إِلَّا عَلَى الظَّالِمِينَ ) -Bakara 193) “Onlar durursa, zulüm işleyenler (bu ifade sadece gayri müslim olmalarının ölçü olmadığını, zalim olmalarının kriter olduğunu belirtiyor) dışında saldırı yoktur.”
- Cihad, her durumda Savaş değildir: Cihad adaletle sınırlıdır. Şiddet ancak zafer mümkün, zulüm sona erdirilebilir ve sivil zarar asgari düzeyde ise meşrudur.
- Orantılı Savaş ( ٱلْـَٔـٰنَ خَفَّفَ ٱللَّهُ عَنكُمْ وَعَلِمَ أَنَّ فِيكُمْ ضَعْفًۭا ۚ فَإِن يَكُن مِّنكُم مِّا۟ئَةٌۭ صَابِرَةٌۭ يَغْلِبُوا۟ مِا۟ئَتَيْنِ ۚ وَإِن يَكُن مِّنكُمْ أَلْفٌۭ يَغْلِبُوٓا۟ أَلْفَيْنِ بِإِذْنِ ٱللَّهِ ۗ وَٱللَّهُ مَعَ ٱلصَّـٰبِرِينَ ) -Enfâl 66- “Allah görevi hafifletti, zayıflığınızı bildi. ‘Yüz’ünüzden sabırlı olanlar ‘iki yüz’ü yenecek; bininiz sabırlıysa iki binini Allah izniyle yenecek. Allah sabırlılarla beraberdir.” Burada ruhsat verilen pratik savaş gücü oranı: 1’e 2 olarak ifade edilmektedir. Yani bbu yoksa kitleleri toplu ölüme sürüklemeyin demektir. Hakkınızı başka stratejik taktiklerle arayın demektir. Bu noktayı burada detaylı yazmamız ‘izlemeye’ takılır.
- Gücünüz Yettiğince Hazırlanın ( وَأَعِدُّوا۟ لَهُم مَّا ٱسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍۢ وَمِن رِّبَاطِ ٱلْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِۦ عَدُوَّ ٱللَّهِ وَعَدُوَّكُمْ )- Enfâl 60 “Onlara gücünüz yettiği kadar hazırlık yapın, atlı birliklerle de düşmanı ürkütün.” Bu ayetin sonunda وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَyani “zulme uğramayasınız” şartı ve illeti emrolunmaktadır. Yani zulmün biteceğini ön görmüyorsanız, “bitirme gücünüz oluşana kadar sabredin, vaktini kollayarak bekleyin” demektir. Cihad, zulmü sona erdirmeye yönelik ölçülü, orantılı ve ahlaki sorumlulukla yürütülen bir mücadeledir. Müslüman müslümanın canıını değer vermezse, nekropolitik güçler hiç değer vermez. Cihad (istişhad), ölmek için değil yaşatmak için yapılır.
- Orantılı Savaş ( ٱلْـَٔـٰنَ خَفَّفَ ٱللَّهُ عَنكُمْ وَعَلِمَ أَنَّ فِيكُمْ ضَعْفًۭا ۚ فَإِن يَكُن مِّنكُم مِّا۟ئَةٌۭ صَابِرَةٌۭ يَغْلِبُوا۟ مِا۟ئَتَيْنِ ۚ وَإِن يَكُن مِّنكُمْ أَلْفٌۭ يَغْلِبُوٓا۟ أَلْفَيْنِ بِإِذْنِ ٱللَّهِ ۗ وَٱللَّهُ مَعَ ٱلصَّـٰبِرِينَ ) -Enfâl 66- “Allah görevi hafifletti, zayıflığınızı bildi. ‘Yüz’ünüzden sabırlı olanlar ‘iki yüz’ü yenecek; bininiz sabırlıysa iki binini Allah izniyle yenecek. Allah sabırlılarla beraberdir.” Burada ruhsat verilen pratik savaş gücü oranı: 1’e 2 olarak ifade edilmektedir. Yani bbu yoksa kitleleri toplu ölüme sürüklemeyin demektir. Hakkınızı başka stratejik taktiklerle arayın demektir. Bu noktayı burada detaylı yazmamız ‘izlemeye’ takılır.
- Tedāfuʿ — Karşılıklı Denge-Koruma / Zorbalığı Engelleme: Kur’an 22:40: Kur’an’ın önemli kavramlarından biri olan tadāfuʿ—yani toplumların birbirini –dini ve etnik kimlik farketmeksizin- zulme karşı karşılıklı olarak koruması, dengelemesi ve haksızlığı engellemesi—insanlık için ilahi bir koruma mekanizmasını ifade eder. Cenâb-ı Hak, Hac Sûresi 40. ayette şöyle buyurur: (ٱلَّذِينَ أُخْرِجُوا۟ مِن دِيَـٰرِهِم بِغَيْرِ حَقٍّ إِلَّآ أَن يَقُولُوا۟ رَبُّنَا ٱللَّهُ وَلَوْلَا دَفْعُ ٱللَّهِ ٱلنَّاسَ بَعْضَهُم بِبَعْضٍۢ لَّهُدِّمَتْ صَوَٰمِعُ وَبِيَعٌۭ وَصَلَوَٰتٌۭ وَمَسَـٰجِدُ يُذْكَرُ فِيهَا ٱسْمُ ٱللَّهِ كَثِيرًۭا ۗ وَلَيَنصُرَنَّ ٱللَّهُ مَن يَنصُرُهُۥٓ ۗ إِنَّ ٱللَّهَ لَقَوِىٌّ عَزِيزٌ) “Haksız yere, yalnızca ‘Rabbimiz Allah’tır’ demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılan kimselerdir. Eğer Allah’ın insanların bir kısmını diğerleriyle defetmesi ve dengelemesi olmasaydı; içinde Allah’ın adının çokça anıldığı manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler mutlaka yıkılırdı. Allah, kendisine yardım edenlere elbette yardım edecektir. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, mutlak galiptir.” Bu ayet, Müslümanların savunma hakkını ifade etmekle kalmaz, aynı zamanda derin bir medeniyet felsefesi ortaya koyar. Toplumlar birbirini zulme karşı korur. Zorbalık, ırkçılık ve tahakküm; toplumların karşılıklı dengeleyici varlığıyla sınırlandırılır. Küresel denge, yalnızca Müslüman ibadet mekânlarını değil, manastırları, kiliseleri ve havraları da korur. Kur’an’ın bu çerçevesi, dini, kültürel ve insani çeşitliliğin korunmasının bir ilahi hikmet olduğunu gösterir. Farklı toplum ve inanç gruplarının yeryüzünde bir arada var olabilmesi, tam da bu karşılıklı dengeleme ilkesine—tadāfuʿa—dayanır. Böylece Kur’an, çoğulculuğun / çeşitliliğin tehdit değil, bir rahmet olduğunu; güç tekelleştiğinde ortaya çıkan zulmü ise toplumların birbirini sınırlamasıyla engellediğini bildirir.
İnsanın cüzi iradesi (kendi eylemleri) kaderinde rol oynarوَمَآ أَصَـٰبَكُم مِّن مُّصِيبَةٍۢ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُوا۟ عَن كَثِير “Başınıza gelen her musibet, ellerinizin kazandığı yüzündendir; (Allah) çoğunu da affeder.”Ya da ظَهَرَ ٱلْفَسَادُ فِي ٱلْبَرِّ وَٱلْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي ٱلنَّاسِ لِيُذِيقَهُم بَعْضَ ٱلَّذِي عَمِلُوا۟ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُو ayetinde de insanın irade ve eylemlerinin önemi belirtiliyor. Osmanlı alimlerinden Aḥmad b. Muṣṭafā el-Akkirmānî (ö. 18. yy), Risāle-i İrāde-i Cüziyye’de Mâturîdî çizgide bu meseleyi izah ederken şöyle ifade eder: “İrāde-i kul fiili ḫalq itmez; velâkin fiili taʿyīn ider.” اِرَادَهٔ بَنْدَه فِعْلِ خَلْقْ اِيتمَز، وَلٰكِنْ فِعْلِى تَعْيِينْ ايدَر. “Sünnet-i İlâhiyye cebr değildir; belki ḥikmetli bir niẓâmdır.”
سُنَّتِ اِلٰهِيّه جَبْرْ دَكِلْ، بَلْكِ حِكْمَتْلِ نِظَامْدِر.İnsan iradesi yaratıcı değildir; fakat fiilin yönünü belirleyecek kadar gerçektir. Ahlâkî sorumluluk için gerekli olan tam da budur. Bu mesele, Sünnetullah’ın doğru anlaşılmasını gerektirir.
Sonuçta Nekropolitika şu durumlarda teopolitiğe dönüşür: egemenliğin kendini kutsallaştırması, şiddetin ahlakileştirilmesi, laikliğin faşistleşmesi, düşmanın şeytanlaştırılması, toprağın mitolojikleşmesi, ölüme “kurtarıcı/kutsal” anlamlar yüklenmesi. Bu bağlamlarda siyasal şiddet, artık sadece bir savaş aracı değil; kutsal düzenin bir ayinsel dışavurumu olur. Hegemonik güç, yaşam ve ölüm üzerinde neredeyse ilahi bir otorite iddia eder. Bu nedenle nekropolitika, modern çağın en tehlikeli teopolitik tahayyüllerinden biridir.
Batı nekropolitikleri ölüm dünyaları üretir; bazı nüfuslar tüketilebilir ilan edilir. Gazze bunun somut örneğidir: siviller sıkıştırılır, dehumanize edilir ve sistematik olarak ölüme maruz bırakılır. İslami etik, moral sorumluluk dünyası kurar: Her insan vazgeçilmezdir (karāma), Adalet, hakkaniyet ve onur tartışmasızdır.
Şiddet adil savaş bağlamında yalnızca şartlı, orantılı olmaya ve zulmü sona erdirmeye yöneliktir. Bu çerçeve, nekropolitik mantığa kökten meydan okur. Nekropolitik, yaşamı tüketilebilir görür; İslam ise insan onurunu, ilahi hesabı ve etik sorumluluğu görür.
İmam Mâwardî, bu ahlaki görevi özetler:
“Kim kişisel bir yükümlülüğü/farzı ihmal ederse kendine zarar verir; kim yeryüzünde cana zarar verirse herkese zarar verir.” مَنْ تَرَكَ القَرْضَ ظَلَمَ نَفْسَهُ وَمَنْ حَرَقَ الأَرْضَ ظَلَمَ غَيْرَهُ
Gazze sadece jeopolitik bir çatışma alanı değil; aynı zamanda bir medeniyet ve ahlak testidir. Hayatı, adaleti ve onuru korumak evrensel bir yükümlülüktür ve sadece Müslümanlarla sınırlı değildir. Evet, Tanrı`yı çarmıha gerenler ve Tanrı’yla güreştiğini iddia edenler, insana ne yapmaz ki? Nekropolitika, bir “qıradeten hasiiyn” (‘aşağılık maymunlar’) oluştur. Oysa, Tevhid’e göre “Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe itmesin; adil olun; bu takvaya en yakındır.”(Maide 5:8)
Nekropolitiğe karşı hamasetle değil basiretle ve sa’y ile mücadele edilebilir. Tarih, fevri siyaset yapmayanlar, sabretmeyi bilenler tarafından yazlır. Tarih yazabilecek nesiller yetiştirenler, ancak Dirilişe öncülük ve hizmet edebilirler.
[1] Berlant, L. (2007) Slow death (sovereignty, obesity, lateral agency), Critical Inquiry, 33(4), 754–780.
[2]Bkz. “Yahudi ‘Der Muselmann’, Antisemitizm ve Hristiyan Siyonizmi” başlıklı yazım, https://fikircografyasi.com/makale/yahudi-der-muselmann-antisemitizm-ve-hristiyan-siyonizmi
Hocam çuvaldızı başkasına…
Hocam çuvaldızı başkasına batıralım ama iğneyi unutmuşsunuz! Teoriniz pratikle uymuyor! Sudan'da "Müslümanlar" Batı'nın ya da İsrail'in öldürdüğünden çok daha fazla Müslüman öldürmediler mi? Kafamızı kuma mı gömelim? Görmezden mi gelelim?
Yeni yorum ekle