Değerli dostlar, bu yazı, hamasetin konforundan uzak, insanlığın akıbetine dair muzdarib bir yazıdır.
Dünyanın insanlık tecrübesinde daha barışcıl ve değerler bakımından daha gelişmiş bir evresinde olmamız beklenirken, medeniyet çatışmacılarını haklı çıkarırcasına, daha gergin, daha insanlık dışı olayların yaşandığı bir evresindeyiz. Tarihin bu evresinde, tarihin sonu ve son insan olma ünvanıyla üstünlük iddia eden Batı medeniyetinin, vahşi kapitalizm dedikleri sömürü düzeniyle, Kopenhag kriterleri maskesinin de arkasında yeni bir kolonyal çağa, ‘kolonyalist emlakçılık’ çağına insanlığı zorladığına tanıklık ediyoruz.
Çağın bu evresinde, insanlık için en büyük fitnelerinden birisinin –çevresel sorunlar, iklim değişikliği, ya da küresel ısınma v.b. değil, siyonist ideoloji olduğunun artık teorik bir mesele olmaktan çıktığının, aynı yüzyıl içinde yahudi holokostunu –yöntem ve sonuçları itibariyle- geride bırakan bir yeni soykırım, -bu sefer holokostu bir propaganda/hegemonya endüstrisine ve siyasetine çevirenlerin Batı Hristiyan siyonizminin desteğiyle işgal ettikleri Filistin topraklarında gerçekleştirilen bir soykırım ve etnik temizlik- trajedisiyle yüzleştiğimiz günlerde yaşıyoruz.

“Yerleşimci kolonyalizmi” denilerek Batı akademyasında bir anlamda ‘sıradanlaştırılan’, ancak o yerleşimci işgalci yahudilerin liderlerinin –mesela “İşgalci Yerleşimciler Birliği” denilebilecek Naçala (Nachala) hareketinin kurucusu ve 1970’lerdeki eski Guş Emunim siyonist yahudi terör örgütünün yönetici kadrosundan Daniella Weiss gibi bugün - “bebekler de öldürülür, Filistinliler insan değildir, büyümeden öldürülmelidir” diye kameraya bakarak en ufak bir tereddüt göstermeden konuşabilenlerin esasen arkaplanda olduğu bir soykırım ideolojisidir izlediğimiz trajedinin kaynağı. Yahudi mitzvot ahkâmında ya da Talmudik gelenekte gayr-i yahudilere nasıl muamele edilir meselesi muhtelif fetva ve içtihadların konusu olmuştur. Talmud’da yahudi olmayanları yani ‘goy(im)’ olanları aşağılayan metinler mevcuttur. Örneğin, Yebamoth 98a’da bütün gayr-i yahudi çocukların hayvan oldukları’, ya da Soferim 15’teki gibi “bütün Yahudi olmayanların ‘goyim’in iyi olanlarının da öldürülebileceği” ifadeleri geçer. Ama İsrail diye bir devlet kurulana kadar değişik (şabat ahkâmı, zaruret ahkâmı, müşriklerle ilişkiler, savaş hukuku v.s.) şekillerde yorumlanmış olan bu metinler, daha sonra siyonist soykırım ideolojisinin referansları olmuştur. Siyonizmin yahudi şeriatine aykırı ve yahudilere zararlı bir ideoloji olduğunu savunan yahudiler de az değildir.
Özellikle sefarad yahudiler arasında, Müslümanlara sığınıp, İslam zimmetinde/himayesinde kendi kimlik ve varlıklarını korudukları gerçeğini kabul ederler. Yahudi tarihçiler Mark Cohen’in (Hilal ve Haç altında Yahudiler) ya da Steven Wasserstorm’un (Simbiyosis-Yahudi - Müslüman İlişkilerine dair) çalışmaları bunu anlatır. Ancak çoğunluğu “AşkeNazi” olan siyonistlerin 70 yıldır Filistinlilere yönelik sürdürdüğü işgal ve etnik temizliğin şüphesiz belli bazı aşamaları var bu tarih sürecinde. Anadolu insanı için konu Abdülhamit ve Herzl ile resmedilir. Ancak Osmanlı o topraklardan-ihanet de dahil farklı sebepler ve süreçlerle- çekilmek zorunda kaldıktan sonra İngiliz mandası dönemidir. Belli dönemlerde –mesela 1967 sınırları- Arapların (Arap sosyalist nasyonalist rejimlerin) yakaladıkları siyasi-askeri fırsatları değerlendirememeleri de bu tarihin bir parçası. Filistin meselesine herkes aynı şekilde bakmıyor. Hatta, Kudüs Davası ile Filistin meselesini aynı görmeyen bir politik tarih analizi de söz konusu. Bizim için Filistin meselesi Kudüs davasının ayrılmaz bir parçası.
Ancak untulmamalı ki, bölgedeki İsrail’le normalleşme anlaşması (Abraham Accords 2020-21) imzalamış olan Arap kavimleri/devletçikleri ve birkaç başka devlet aynı yerde değiller. İsrail’in kendi vatandaşlarını ve başka ülkelerdeki yahudileri siyonist kolonyalizm lehine ikna için geliştirip uyguladığı Hasbara propaganda politikası ve Gazze işgali süresince uygulamaya başladığı Levander Yapay Zeka ‘katliam’ programı şunu göstermektedir ki, siyonizm (hristiyan ve yahudi siyonizmi) bölgenin hegemonyasını ve Akdeniz havzasındaki enerji yataklarını ele geçirmiş görünmektedir. Bu açıdan bakarak, bölgeyi doğru okuyarak, Aksa Tufanının o şekilde daha ilk günden beri olmaması gerektiğini savundum. Daha güçlü bir çıkış ve sonuç için çalışılmalıydı. Bedeli bu olmamalıydı. Bu hareketin liderleri siyaseten başarısız olmuşlardır. Filistinli örgütler birleşerek ilerleyebilirlerdi. Zaten BM’de Filistin ‘Gözlemci Devlet’ (Observer State) statüsüne kavuşmuştu. Devlet için çalışmalar ABD’ye rağmen sürüyordu. Son aşamada Mart 2025’te de 193 ülkeden 147’sinin oyuyla Filistin Devleti tanındı. Fransa da yakında bu yönde kararını açıklayacağını deklare etti. Hamas yok edilerek Gazze yıkılıp yok edilip Akdeniz rivierası yapılarak planlanan sınırları belirsiz bir Filistin devleti. Ama elbette veto eden BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi ABD. Bu süreç daha detaylı incelenmek üzere bir başka yazının konusu.

Siyonizmle mücadele konusunda geçmişte hem ulusal hem uluslararası düzeyde yazdım, konuştum ve hala da devam ediyorum. Meselenin bu tarafı aslında çok konuşulan ve tartışılan, tam olarak bilenin de bilmeyenin de malumu bir mesele haline geldi.
Bu yazımda, meselenin konuşulmadığını, üstünün örtüldüğünü, konuşulması durumunda ‘hamaset’ konforunun ve popülizmin zarar göreceğini düşündüğüm bir yönünü ele almak istiyorum. Nedir konuşulmayan tarafı bu vahşetin? Konuşulmayan, ulemanın da sessiz kaldığı gözlemlenen husus, Müslümanların, sünnetullah, cihad, savaş/kıtal, istişhad (şehitlik), ve helak gibi konularda modern ulus devletler çağında acaba sağlıklı ve doğru düşünüp düşünmedikleri, düşüncelerini ve eylemlerini gözden geçirmelerinin gerekip gerekmediği meselesidir. Zor ve bir ölçüde de rahatsız edici, insana kendini sorgulatıcı bir meseleyi konuşmuş olacağız.
Öncelikle, İslam’a inanan, İslam’ın son Hak din ve Resulünün de son Elçi olduğuna inananlar için Kuran-ı Kerim’in tarihsel ve toplumsal süreçleri de ilgilendiren temel bir paradigmasını hatırlamakta fayda var. O da “De ki: Herkes, kendi ‘şâkile’sine yani mizaç, kişilik ve birikimine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.” (K.K., İsrâ - 84) Ayetin metninde geçen Arapça ‘şâkile/ شَاكِلَة’ kelimesinin anlam derinliği ancak bu “mizaç, kişilik ve birikim” kelimelerinin toplamıyla daha iyi karşılanabilir. Semantik açıdan şâkile kelimesi, Arapça kaynaklardaki birbirine yakın manaları biraya getirildiğinde, en kökteki ‘hayvanı zaptetmek için gem vurmak için kullanılan yular-koşu takımı’ manasından türeyerek, “herhangi bir hareketi yoldan çıkmadan hedefe isabetle ulaştıran, şekli ve biçimi dengeli ve orantılı tıynet ya da bir meselenin halli” manasına gelmektedir. Bütün anlamlar –hatta ‘din’ manası da- tahlil edildiğinde varılan nokta ‘şahsiyet-duruş-istikamet’ manasıdır. Şahsiyet denilen şey, insanda birden fazla meleke ve meziyetin bir araya gelmesiyle oluşur. İlim, marifet ve hikmet ile istikamet kazanır, iz’an, basiret ve freaset ile de dengelenir. Bu anlamda ayette geçen “şâkile” kavramı, kâfire zem, mümine medh ifade eder. Yani Mümin kişi, ‘şâkile’si olan, bir başka ifadeyle belli bir menheci, istikameti, duruşu, şahsiyyeti olan kişidir.
İslamî şâkilenin penceresinden baktığımızda, çağın en büyük trajedisi olduğu tartışılmaz olan Gazze soykırımından etkilenen birinci muhatap müslümanlardır. O halde, müslümanlar olan biteni, yaşanmakta olanı, kendi şâkileleri açısından nasıl izah edebilirler? Bu soruya, helak-sünnetullah ilişkisi, müslümanlık ve ilahi yardım, zalimden yardım isteme, liderlik ve şehadet, savaş hukuku, siyonizmle mücadele başlıkları altında cevap vermek mümkün.

Helâk, zulüm ve sünnetullah ilişkisi, en fazla ihmal edilen perspektif. Bu bağlamda bakarsak şunları görebiliriz. Vahiy metninde 'Allah'ın va'di gelinceye kadar' ya da 'zalimlerin cezasının belli bir vakte kadar ‘ertelenmesi’ (إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ), ya da 'helâk' veya 'ahz-tutup yakalama' ( اَخْذَ ) ifadelerinin geçtiği âyetlerin, hususen de zalimin cezasının ertelenebileceğini ifade eden meşhur Buhari hadisindeki (إنَّ اللَّهَ يُملي للظَّالمِ فإذا أخذَهُ لم يُفلِتْهُ) ‘يُملي’ (ertleme) kelimesi gibi ifadelerin, ekseriyetle hatta ittifaken ‘ahiret’ hesabına işaret ettiği kabul edilir. Bu kavramlar, tüm başlıca kaynak kabul edilen ehl-i sünnet müfessirlerince, 'bu dünyada zalimlerin hemen helak edileceği'ne değil, âhiret hesabına işaret eder. Aksi yorumlar tahriftir. Bu dünyanın bir düzeni (sebeb-sonuç ilişkisi/sünnetullah'ı) vardır. Kader ve cüzî irade meselesi de böyledir. Osmanlı Ehl-i Sünnet alimlerinden Akkirmânî, İrade-i Cüziyye Risalesi’nde bunu yani -niyet-irade-eylem ve kadâ ilişkisini- Maturîdî üsulünce çok sarîh izah eder. İnsanını iradesini doğru yönde kullanması gerekir. Bu dünyada, Müslümana da, gayri müslime de eşit (İsrâ 20) yaşama / 'hak iddia' etme/nimetlerden yararlanma fırsatı verilmiştir ki Ahiret hesabı olabilsin. Bu dünyada herkes kendi yaptığıyla (İsrâ 84, Rad 11) sonunu hazırlar. Takdir ilme tabidir. İlim ise maluma tabidir. Zâlime mühlet vermesi (imhal) Allah'ın sünnetindendir. Onu cezalandırmayı ihmal etmesi söz konusu değildir. Bazan onu dünyâda cezalandırmaması, bizim bilmediğimiz, ama Allah'ın bildiği, istidrâc (nimet verip zulmünü veya küfrünü artırmak istemesi) gibi kavrayışımızı aşan bir hikmetten dolayıdır. Cezasının gecikmesine sebep olan başka hikmetlerden dolayı Allah (c.c.) zalime zaman tanıyor olabilir. Sünnetullah denilen yaratılmış işleyiş determinizmi doğru anlaşılıp anlatılmazsa, post-Gazze 'müslüman ateizmi' yayılır, tıpkı 'post-holokost yahudi ateizmi' gibi. Dünya-ahiret sorumlusu da hamaset şovenistleri olur.
Bu sünnetullah meselesi çerçevesinde bu dünyanın meselelerini yönetmek, basiret ve feraset ister. Zalimden yardım dilenilmez. Evet, ateşin ocağa düştüğü acılı mazlumun âhı ve çığlığı maĝfurdur, o ayrı mesele. Ancak, liderler için sözkonusu olan ise, özellikle, çaresiz kalınca yardım çığlığı atıp, vicdanına ve insanlığına seslenmek zorunda kalacağın ÖTEKİYLE daha en baştan, sonrasında tek bir pet şişe su dahi zalimin izni olmadan içeri alamayacağın bir dünyada ona göre strateji belirleyip, bunca kayba fırsat vermeden yol bulmak gerekir. 7 Ekim'den itibaren Lavender adlı Yapay Zekâ sistemiyle 1'e 20 ve 1'e 100 algoritma ile sivil katletme programı uygulayan ve bu programı Batılı ülkeler nazarında da meşrulaştıran soykırımcı işgalci zalime karşı, daha güçlü olana (ما استطعتم) kadar binlerce canı katilin önüne atmadan bir mücadele yolu bulmak gerekirdi. Bunu anlamak zor olmasa gerek.
Elbette bunu anlayabilmek için bir başka meseleye daha bakmak gerekecektir. O mesele de 'Seçilmişlik' meselesidir. Müslüman doğmuş olmak, her fecr dua da etsen, sünnetullaha -bu dünyanın takdir edilmiş işleyiş biçimine- uymadıkça, ilahi yardımı garantilemez. Öyle olsaydı Mekke ve Medine dönemlerinde Hz. Peygamberin risaletinde savaş olmazdı ve ilahi yardım savaşsız gelirdi. Oysa öyle olmadı. İrade-i cüziyye devredeydi. Müslümanlar 'seçilmiş halk' değildir. Yahudilik’ten temel farklarımızdan biri de budur. Müslümanlık, mümince yaşandığında ilâhi yardımı celbeder. Müslüman ve Mümin birbiriyle alakalı ama iki ayrı kulluk seviyesidir. Zahirde Müslüman olabilirsiniz ama hâlâ Mümin olamamış olabilirsiniz (Kuran ve Sünnete göre). Mümin olmanın üstün vasıfları vardır. Bu ayrı bir yazı konusu tabii ki.
Ancak müminlik alametlerinden birisi de, Müslümanın yaşayanı kadar ölüsünün de muhterem ve mahfuz olması gerektiğidir. 'Ölüm ve mahremiyet' ilişkisi vakarla gözetilmelidir. Hiç bir siyonist ölü beden sosyal medyada görülmezken Gazze şehitlerinin sosyal medyada hunharca paylaşılması ‘gayr-i insanileştirme’ye hizmet eder. Müslümanın dirisi kadar ölüsü de saygıya layıktır. Yaşanan acılar elbete ağır ve konuşulmaz halde, ancak geleceğe yönelik iyi hesap yapmak icab eder.
Bütün bu meseleler ancak iyi bir liderlikle maksuda erer. Bir topluluğun liderleri o topluluğun hayatından ve selametinden sorumludur. Lider, ölüme değil yaşamaya öncülük edendir. Hamas lideri Abu Merzuq "Gazze halkını yani sivilleri korumak bizim sorumluluğumuz değil, Birleşmiş Milletlerin ve İşgalci ordunun sorumluluğudur, biz tünelleri ve hamas savaşçılarını korumakla sorumluyuz" (bkz; https://youtu.be/Yg4VqiW0dyo ) demişti. O zaman, Aksâ Tufânı ne için yapıldı, kim yaptırdı? Zalimin başbakanı ve hükumeti de ülkesinde iktidardan düşecekti. Ama 7 Ekim Aksa Tufanı oldu ve iktidarda kaldı. Netice itibariyle, şehitlik/istişhâd, yaşatmak ve olabildiğince zulmü bertaraf etmek (و أنتم لآ تظلمون) içindir, sadece ölmüş olmak için ölmek için değil. Gazze'de ölümü sıradanlaştıranlar, itiraz ediyor göründükleri 'etnik temizlik ve zorla göç ettirme' planına da yakında Hicret güzellemesi ('göç etseler iyi olur, zaten hicret var dinde de' şeklinde) yaparlarsa şaşırmayalım.
Aslında bu muhtemel şaşkınlık anlamsız olurdu, eğer Enfal suresi 60ncı ayet anlaşılsaydı. Savaş zulme mani olacaksa yapılır, arttıracaksa değil. İnsan canı (Mâide 32: 'bir kişiyi öldüren insanlığı öldürmüştür') kıymetlidir; o itibarla savaş denilen şey, hazırlanılır, doğru zamanda 'doğru güç'le yapılır, Müslüman canı kıymetlidir, oturduğu konfordan ölüm fetişizmi yapıp adına da cihad deyip, "-biz bir 50 bin daha ölürüz" denilmez. Cihad ve qıtâl ayetlerinden bu mana çıkmaz. Ulemâ biliyor ve susuyor.
Sonuç itibariyle, şu da hatırlanmalıdır: Yahudi Siyonizmi sadece Alman Naziziminin kardeşi değil, Arap Nasyonalizminin de kardeşidir. Yahudi siyonizmini besleyen ve yöneten teopolitik ideoloji ise Hristiyan siyonizmidir. Her ikisi de ırkçı ve zalimdir. Ancak her Hristiyan ve her Yahudi siyonist değildir. Arap nasyonalizmi de İslam davası değildir ve Kudüs'ü kurtaramaz. Zalim, gün gelecek ancak sonuç alıcı bir GÜÇ ile durdurulacaktır. Bölgesel ve uluslararası teopolitik gerçeklik buna göre anlaşılmalıdır.
Gazze Şeridi, Ortadoğu’nun en önemli ticari koridorlarından biri olarak stratejik konumdadır. Kutsal Savaş aslında belki de bir iktisadî teopolitik değil midir?
Yeni yorum ekle