‘Perestroyka’ Amerikano, Evanjelik Şiddet ve Türkiye

04 Haziran 2020

 

Bu yazı, ABD Başkanı’nın Washington’da 1 Haziran 2020 Pazartesi günü, kameraların karşısına geçerek Hristiyan Kutsal Kitabı’nı kaldırıp işi dine bağlamasının ve ondan iki gün önce de ‘beyazların’ derin devletinin, ortalığı yatıştırmak için Martin Luther King’in kızını kamera karşısına geçirip, sükûnet çağrısı yaptırmasının tekrar gündeme getirdiği ironik Amerikan dini-milliyetçiliği konusundan hareketle yazılmıştır.

Image

Bu satırların yazıldığı günlerde; 100 binden fazla insanın korona virüsünden öldüğü, cenazelerin defnedilmesinde zorluklar yaşandığı, 41 milyon insanın işsiz kaldığı, binlerce kişinin tutuklandığı, ilaç sektöründe mafya işlerinin çevrildiği Beyaz Saray’a doğru kalabalıkların yürüyüşe geçtiği, 100’den fazla şehirde şiddetli gösterilerin yapıldığı, Minneapolis, Washington ve New York başta olmak üzere 40 şehirde sokağa çıkma yasağının ilan edildiği, 23 eyalette jandarmanın (national guard) sokağa indiği bir Amerika’da kitlesel kalkışma ve kaotik bir toplumsal şiddet yaşanmaktadır. Bu yazı, hem dünyanın başka beldelerindeki sokakları kan gölüne çeviren Amerika’nın sokaklarındaki sivillerin sebep olduğu hem de polisten sivillere yönelik şiddete dair bir okuma ve değerlendirme denemesidir. Çok da ilgilenmeyenler için hatırlayalım: Bir siyahî Afro-Amerikan vatandaşının, 20 dolarlık bir hırsızlık iddiasıyla ‘beyaz’ polis şiddetine maruz kalarak herkesin gözleri önünde ölmesi (ölümüne dair otopsi sonuçları tartışılıyor), ölüme sebep olan polislerin bir şekilde ‘beyaz’ yargı ve yerleşik düzen tarafından korunması, çok gecikmeli olarak 2’nci derece cinayet ile yargılanmaları üzerine sokak gösterilerinin patlamasıyla ortaya çıkan, genişleyen, tüm Amerika’yı “korona bir yana ne oluyoruz?” diye ayağa kaldıran, talan, yağma ve şiddet sarmalına giren gösterilerle, dini milliyetçiliğe sarılmaya yönelten, TV kanallarında din adamları (hristiyan, yahudi, müslüman) çıkarılıp dua ettirilerek, spikerin âminleriyle yayın yapıldığı günlerdeyiz. Amerika’da ne oluyor da buralarda bizim ilgimizi ve merakımızı çekiyor? Amerika’da yanlış giden neydi? Ayrıca işgal altındaki Filistin topraklarında, işgalci İsrail asker ve polisinin her gün postalı ve namlusu altında hayatını kaybeden Filistinli çocuklara kalbi sızlamayanların, George Floyd’un ölümüne bu kadar duyarlı olmalarındaki sahte vicdanın ikiyüzlülüğü de ayrı bir yazının konusu.

Niçin Perestroyka Amerikano ve Evanjelik şiddet? Uluslararası Siyaset uzmanlarının yadırgaması ve eleştirmesi riskini alarak bu kavramsal tartışmayı açmak istiyorum.  Bu yazı, bir Dinler Tarihçisi olarak burada ‘perestroyka’nın politik dinamiklerinden ziyade dini-kültürel dinamiklerine dikkat çekmek için yazılmış bir yazıdır.

Perestroyka, yeniden yapılandırma demek. ‘Glasnost’ kavramıyla birlikte hatırlıyoruz biz bu kavramı. Sovyetler rejiminin liderlerinden olan Mihail Gorbaçov’un Sovyetlerin (SBKP) son dönemlerini yaşadığını görerek, ülkeyi ve siyasi düşünceyi yeniden diriltmek amacıyla demokratikleşme adına yaptığı, 1985 yılında uygulanmaya başlanmış ve Aralık 1991 yılında Sovyetler Birliği rejiminin çöküşüyle sona ermiş bir dizi politik ekonomik yeniden yapılandırmanın genel adı olarak kullanılmıştı Perestroyka ve Glasnost.  Ondan sonra da bu tür yeniden yapılandırmalara yönelen kapalı rejimler için de bir ‘metafor’ olarak kullanılır oldu. Hatta hatırlıyorum, T.C. 8’inci Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal’ın 12 Eylül sonrasında ülkede Kemalist vesayete karşı sağladığı demokratikleşme ve gelişmelere de zaman zaman “Türk glasnostu” denilirdi. Hatta ‘Kemalizm, glasnostunu bekliyor’ ifadesi de hafızamda mevcut.

Sovyetler’ de, amacına aykırı olarak tersine dönen bu ‘perestroyka’ yani reform sürecini ve devletin parçalanmasını hızlandıran Sovyet glasnostu, kendisini destekleyen ve bu dönemleri yöneten kişilerin hayretli bakışları arasında Sovyetleri çökertmiştir.

Bu Perestroyka kavramı ile ABD’deki bugünkü olaylar nasıl ilişkilendirilebilir? Özgürlükler, fırsat eşitliği ve hukukun üstünlüğü ölçeklerinden bakıldığında, Amerika ile Sovyetlerin karşılaştırılması yadırganabilir. Ancak gerçekler biraz daha farklı bir sonuca imkân vermekte, yani görünen şeffaf toplum imajına rağmen Amerikan sisteminin de çok derin bir ayrımcılık ve ‘susturma’ rejimi olduğu iddiaları yabana atılır görünmemektedir.  Amerika’da artık pek çok kimse ‘kurucu’ (Jefferson) değerlerin gerçekte hâlâ geçerli olup olmadığını sorgulamaktadırlar. Açık toplum rejimi olduğu iddia edilen Amerikan toplumu bazı görünür alanlar dışında gerçekte artık hâlâ öyle midir? Değilse, bunun arkasında ne vardır?

Evanjelik Teopolitika ve WASP

Bugün ABD’yi yönettiği düşünülen, Hristiyan Evanjelik Cumhuriyetçi Muhafazakâr ‘beyaz üstünlüğü’ne  (white supremacy) dayalı siyaset, özünde bir teolojik politika, yani teopolitikadır. Tüm söylemsel gücünü, paradigmasını nihayetinde, “Amerika’nın Tanrı’nın dünyayı kurtarmak için seçtiği millet (yahudi siyonist seçilmişlik inancına benziyor) olduğu” inancıyla Kıyameti zorlamanın meşruiyetinden alan bu teopolitik ideoloji, bir başka ifadeyle Evanjelik Hristiyan Siyonizmi (İsrail’i destekleyen Evanjelik Hristiyanlar), Hristiyanlığın özündeki ‘tanrı’yı çarmıha geren’ şiddet inancına dayanarak, redemsiyonun yani kurtuluşun, bir başka ifadeyle, “bu dünyanın İsa’nın Gelişine hazırlanmasının”, gerekiyorsa başka milletlerin ve halkların acı çekmesiyle olacaksa, bunun da meşru ve zorunlu olduğunu öğretir. Bütün evanjelik kiliselerde bu bakış açısı temeldir ve aslında insanlık için son derece tehlikeli bir teopolitik ideolojidir.

Evanjelik şiddet, Amerika’da bir WASP şiddetidir. Wasp, ingilizcede ‘yaban arısı’ demektir. Ama bu bağlamda WASP, ‘white, anglo-sakson, protestan’ kelimelerinin baş harflerinden oluşur. Beyaz, Anglo-Sakson ve Protestan’lar, Kızılderilileri katletmiş (dünyanın başka beldelerinde başka ‘katl’lerine doğrudan ya da dolaylı destekle devam eden), Afrikalı siyahi köleler üzerinden ekonomi devşirmiş ve Tanrı İsa’nın SEÇİLMİŞLERİ olarak Amerikan rüyasını gerçekleştirmiş olan ‘sahipler’dir. Yani, Amerikan özgürlük rüyası (‘1st amendment’ rüyası), uygulamada şiddete dayalı ırkçı ve ayrımcı bir rüyadır. Bu yazının yazıldığı günlerde Amerika’da 60’dan fazla şehirde jandarmayı ve orduyu sokağa indiren ve sokağa çıkma yasağı ilan ettiren ‘GEZİ’ türü kalkışma ve isyanlar, bu şiddetin, yani dünyada istediği yerde katliam yapabilen ‘beyaz üstünlüğü’ ne dayalı teopolitik şiddetin, içerdeki bedellerinden biridir.

Sokak şiddetinin ve kaosun arttığı bir noktada Amerikan derin devleti dine sarılarak, Atlanta’da Martin Luther King’in kızına başvurmuş ve ona bir ‘yatıştırma’ konuşması yaptırmıştır. Bir zamanlar -2005 senesinde- akademik bir program vesilesiyle bulunduğum Amerika’nın Atlanta şehrinde Martin Luther King’in kabrinden sonra, Kilisesini ziyaret edip kabrinde yazılı ‘free at last’ (nihayet özgür) mesajının aslında artık nasıl ‘müesses beyaz nizamı’ tarafından ehlileştirildiğini, King’in eşiyle ve kızıyla tanışıp, oldukça ‘beyazlaşmış’ konuşmalarını dinlediğimde anlamıştım. Dolayısıyla, bugün de King’in kızı Bernice King’in gösterileri yatıştırmak için yaptığı konuşmayı yaptırtanın da aslen ‘beyazların müesses nizamı’ olduğunu anlamakta zorlanmadım. ABD’de müesses nizam denilince kendi içinde güç için çatışan bir yapı olsa da, ‘beyaz evanjelik üstünlüğü’ne dayalı bir yapı olduğu unutulmamalıdır.

 

Amerikan Kimliği ve Evanjelik Hristiyan Miras

ABD’de ‘beyaz evanjelik üstünlüğü’nün şiddet teopolitiğini anlayabilmek için, Amerikalı Samuel Huntington’ın, 90’lı yılların jeo-stratejik politik tartışmalarına hâkim olan ve ABD’nin uluslararası stratejik ideolojisi olan ‘Medeniyetler Çatışması’ söylemini hatırlamak yeterlidir. Ancak Huntington, “Tarihin Sonu ve Son İnsan” (The End of History and the Last Man) kitabının yazarı olan kendi öğrencisi Francis Fukayama’ya cevaben ortaya attığı bu “medeniyetler çatışması” tezini kitaplaştırdıktan 10 yıl sonra bir anlamda bu tezini pekiştirecek olan bir başka söylemi daha ortaya atmıştır: Amerikan Milli Kimliğinin dünyanın kalan kısmına karşı konumu hakkında bir söylemdi bu. Huntington, hâlâ Amerikan kimliği tartışmalarında merkezi tutan bir çalışma olan “Biz Kimiz: Amerika’nın Milli Kimlik Arayışı” (Who are We: The Challenges to America's National Identity (2004) adlı bu kitabında, Thomas Jefferson’un ‘özgürlük, eşitlik, bireyselcilik, temsili hükümet ve özel mülk’ prensiplerinin Amerikan kimliğinin temel unsurları olduğunu hatırlatsa da, devamında Amerika’yı Amerika yapan şeyin, 17’nci ve 18’inci yüzyıllarda İngiliz Protestan Hristiyanlarıyla, İspanyol, Fransız ve Portekizli Katolik Hristiyanların inanç dünyasının mirası olduğunu anlatır. Bugünkü evanjelik teopolitika, işte bu mirasa dayanır. Bugün, Amerikan Başkanı, ölen siyahi maktüle dair çok kısa bir başsağlığı diledikten sonra 1 Haziran’da genel söylem ve tavrını, protestoları eleştiriye ve gerekirse askeri güç kullanmaya hasretti. İki gün sonra da asker sokağa indi. Amerika’da iç güvenlikten sorumlu kurumlar, Beyaz Saray’ın söylemlerine bulaşmamaya çalışarak, protestoları yatıştırmaya çalışıyorlar. Ancak çatışma bu yazı yazıldığında 9’uncu gününe girmişti ve büyük yaralar açmıştı Amerikan toplumunda. Amerikan ordusu ilk kez Amerika’yı ‘ele geçirmişti’.

Durum böyleyken, Amerikan dini milliyetçiliğinin ve dinin siyaset amacıyla kullanılmasının bir örneği daha dün (1 Haziran 2020) yaşandı ve Trump elinde İncil’le kameraların karşısına geçerek ‘yorum yapmadan’ uzunca bir süre poz verdi. Önünde poz verdiği Kilise’nin başrahibi ve psikoposu ise ABD Başkanı’nın bu yaptığını anlamsız bulduğunu belirten açıklamalar yaptılar.

Hristiyan Siyonist Şiddet Teolojisi ve Türkiye

ABD Başkanı’nı ‘beyaz polisleri’ eleştirmeyen bir duruşla, elinde İncil’i kaldırarak kameralar karşısında poz vermeye iten ‘teoloji’(ilahiyat) nasıl bir şeydir? Bunun teopolitik şiddetle ve Türkiye ile ilişkisi nedir? ABD’de beyaz üstünlüğü temelli ırkçılığa dayalı bu Evanjelik fanatisizm nereden gelmektedir? İçeride ve dışarıda insanlığa yönelik son derece derin bir tehdit olan bu teopolitik ırkçılığın da İslamofobi’nin de arkasında Amerika’nın kuruluşunda etkili olmuş ve halen cumhuriyetçi muhafazakâr siyasetin dünya görüşünü besleyen yapı, Evanjelik Hristiyan Siyonist (evet hristiyan siyonist) ağdır. Burada şu notu da düşmek istiyorum: Evanjelik Hristiyan Siyonizm, Yahudi siyonizminden daha tehlikedir. Çünkü tartışmaya açık olsa da, Hristiyan siyonizmi küresel, yahudi siyonizmi ise bölgeseldir. Şimdi bu evanjelik hristiyan siyonist yapı, hedefine ulaşmak için dünyada her yeri yakıp yıkmaya hazır bir felaket teolojisine inanmaktadır. “Göğe çıkış” inancı ya da “bilinmeyen diller konuşma” mucizesine kadar, sadece kendilerine inanan hristiyanlar dışında kimsenin kurtuluşa ermeyeceğine inanan bu politik din, “tanrı’yı çarmıha germe”ye inanan bir şiddet teolojisiyle dünyaya bakmaktadır. Teopolitik şiddete yani hristiyan mesihi kurtuluşun yolunda engel olabilecek her şeyin çarmıha gerilebileceğine dayalı bu bakış açısı, kaynağını Yahudi ve Hristiyan Kutsal Kitabı’ndan yani Tanah ve İnciller’den almaktadır. Tanah’ta en önemli metinlerden birisi de Hezekyel 38’dir. Bu pasaj/bölüm, Evanjelik Hristiyanlar, hem yahudi hem de hristiyan bazı siyonistler tarafından Türkiye’ye işaret eden bir metin olarak da yorumlanmaktadır. İlgili metinlerde geçen, Meşek, Tuval, Gomer ve Togarma isimleri Yahudi inancına göre Nuh’un oğlu Yafes’in oğlu Mecüc’ün kral olduğu bugünkü Türkiye’deki bazı beldelere işaret etmekte, dolayısıyla İsrail’in düşmanı olan bu beldenin yöneticisi olan Mecüc, Deccal’e karşılık gelmektedir. Akla ziyan görünse de milyonlarca Amerikalı, peşinden gittikleri evanjelik pastörlerden bunları dinlemektedirler. Onlara göre Suriye ve Ortadoğu’da olan bitenler içinde Türkiye’nin bölgedeki varlığı ve gücü bir tehdit olarak bu yahudi-hristiyan ‘kutsal’ metinlerinde işaret edilmektedir. Akla daha da ziyan olan ise, T.C. Cumhurbaşkanı’nın bu metindeki Mecüc’ü temsil ettiğine, İran ile birleşerek İsrail’e saldıracağına dolayısıyla Armagedon’u başlatacak gücün Erdoğan olduğuna inanan azımsanamayacak sayıda Amerikalı evanjelik hristiyan siyonistin varlığıdır. Bu evanjelist hristiyanların siyonist olmalarıyla, T.C. Cumhurbaşkanı’nı teolojik kıyamet senaryolarına yerleştiren tehlikeli inançları arasında bir bağlantı vardır. Bu aynı kesim mevcut ABD Başkanı’nın da arkasında seçmen kitlesinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Bu kitle, aynı zamanda ‘beyaz üstünlüğü’ne inanmaktadırlar. ABD Başkanı’nı destekleyen siyahi, meksikan ve diğer göçmen kökenli seçmenlerin varlığı da bir gerçek olmakla beraber, merkezi kitle beyaz üstünlüğü ideolojisine dayalı tehlikeli evanjelik hristiyan bir teopolitik şiddete inanmaktadırlar. Yani eğer kendi teopolitik haçlı seferleri önünde engel olacaklarsa, ölecekse ölsün başkaları; Siyahi, Meksikalı, Ortadoğulu, Müslümanlar hatta Yahudiler. Mümkünse birbirlerini öldürsünler. Evanjelik Hristiyan siyonist ‘iman’, bu öldürmeyi ‘Kitab-ı Mukaddes’e uygun bulur.

Bu evanjelik hristiyan siyonizminin şiddet teolojisi, ABD’de son olayların da sorumlusudur. Bu evanjelik teoloji, sadece ABD’yi değil, dünyayı tehdit eden bir teopolitik ideolojiye dönüşmüştür. İşte tam da bu teopolitik ideoloji nedeniyledir ki, bir tarih ironisi olarak, siyasal bilimcilerin muhtemelen yakında yazmaya başladıklarını görebileceğimiz şey, Amerikan Perestroykasıdır; yani ‘Perestroyka Amerikano’ çok da uzak görünmemektedir.

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
1 kez görüntülendi. 972 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.