‘Simulakra müselman’ı, “-mış gibi yaşayan müslüman” demektir. Bir virüsün, tüm kehanet iddialarından ve komplo teorilerinden sıyrılarak, çok sayıda can aldığı, insanlığın buna karşı tarihteki veba örneklerinde görülmemiş ölçüde küresel ve yerel tedbirler aldığı şu günlerde başka konu mu yok demezseniz eğer, sosyal medyada viral olmuş bir ‘İspanya’da 500 yıl sonra ilk ezan’ videosunun nasıl bir simulasyon örneği olduğuna, ortaya bir ‘simulakra müselman’ı gerçeğini çıkardığına, duygusal hamakatı ve kültürel hamaseti normalleştiren, sıradanlaştıran bir siyasal popülizmi ürettiğine kısaca işaret istiyorum.
Herkesin sağlık ve can derdine düştüğü bir zamanda, ne olmuş olabilir ki sosyal medyada paylaşılan bir ezan bizi simulakra tartışmasına sevketmiş olsun? Bir başka ifadeyle, bir anlamda bizim bilincimiz, tarihimiz, ruhumuz, duygumuz, sloganımız, çığlığımız ve çağrımız olan ezan, neden bir simulakra tartışması olsun ki? Nedir Simulakra? Simulakra (simulacrum kelimesinin çoğulu) kavramının, Fransız sosyolog, düşünür Jean Baudrillard’ın simülasyon kuramıyla ilgili olduğunu konunun ehli bilir. Bu kuramda, gerçeklik, modeller aracılığıyla yeniden üretilir. Simülasyonlarda gerçekler gerçekten daha gerçekmiş gibi görünürler. Kelime köken olarak ‘simüle’ etmekten gelir. Yani, sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi yapmak. Buna aşağıda tekrar döneceğim.
Olan şuydu: İnternette kulağa çok hoş gelen, ancak farkedenler için melodik bir arkaplanda okunmuş bir ezan, İspanya’dan bir görsel eşliğinde ve fakat “İspanya’da 500 yıl sonra ilk defa ezan okundu” iddiasıyla sosyal medyada yayılacak, binlerce-milyonlarca müslümanı duygulandıracaktı. İşin aslı oysa başkaydı. Bu ezan klibi, Persian Music Group/Farısi Musıki Topluluğu tarafından 2017’de stüdyoda kaydedilmiş, İranlı şarkıcı Mehdi Yarrahi tarafından bir albümün parçası olarak okunmuştu. Bir tür derin ürpertici ‘kilise sound’ı (org sesi) üzerine okunmuş olan, çok da güzel okunduğu müslümanlarca ileri sürülen bu 2017 kayıt tarihli ezan, internete BMI - Broadcast Music Inc. lisansıyla sürülmüştü. BMI - Broadcast Music Inc. bir Alman Vakfı’nın müzik şirketidir. Ezanın yayın hakkı bu Alman Vakfı’na aittir. Bu Vakıf ise 1850’lerde bir Alman Katolik-Yahudi aile tarafından, dini eserler ve ilahiler yayınlamak için kurulmuştu. Şimdi beşinci kuşak temsilcileri tarafından yönetilen bu Alman Vakfı, Bertelsmann/Mohnn ailesine ait. Mevcut Alman şansölyesi Merkel’in de siyasette destekçisi zenginler arasında yer alan Vakfın ve ailenin kültürlerarası konulara özel ilgisi bulunmakta, mülteciler ve toplumsal uyum konusunda müziği kullanarak çalışmalar yaptırmaktadır. İspanya, İsrail ve Amerika’da olduğu gibi daha başka pek çok ülkede de şubeleri/şirketleri/vakıfları vardır. Sorun, bu Alman Vakfının böyle bir ezan bestesini sahiplenmesi değil, bu sıradan hoş çalışmanın 2017’deki orjinal albümden bağımsız ve İspanya’da Endülüs canlanıyormuşcasına “İspanya’da 500 yıl sonra ezan” iddialarına sebep olacak şekilde servis edilip bizzat müslümanlarca yayılmasıdır. Oysa bu bir uydurmacadır. Ne oluyor peki? Müslümanlar bu kadar kolay mı ‘kekleniyor’lar? Neredeyse bir komplo teorisiyle açıklamaya müsait. Ortada sanki bir ‘MKÖH’-Müselman Kekleme Özel Harekat’ var.
Ne oluyor çağımızda da, muhâfazakâr müslümanların böyle bir zamanda bir YALANA sarılmayacak, aldanmayacak kültürel-medeni bilince ulaşmasında tartışmalar yaşanıyor?… 'Ezan işte, ne güzel dinlesek ne olur, yapıcı olumlu ol biraz, hayali bile güzel"... dendiğinde 'duygusal hamakat" ifadesi bile hafif kalıyor. Sonuçta, bir Alman Katolik Vakıf-Şirketi tarafından lisansı alınan ve İranlı şarkıcının 2017 albümünde okuduğu bu ezan, geçen hafta internete servis edildi. İranlı şarkıcı (adı da Mehdi Yarrahi) tarafından okunan bu ezan, artık milyonlarca müslüman tarafından "İspanya'da 500 yıl sonra okunan ilk ezan" zannediliyor. İyice yerleşti. İspanya'da ezan bazı yerlerde zaten halen açıkça da okunuyordu. Balkondaki ezan da anlaşıldığı kadarıyla, Granada'da değil, Madrid'de, müslümanların çoğunlukta olduğu bir sokakta İtalya'yı takliden bir Faslı vatandaşın okuduğu ezan. Sırf siyasi tabasbus ile Cumhurbaşkanımızın bir görüntüsüne bile montajlanıp yayılacak kadar ileri gidilen bir hamakat simulakrası. Peki simulakrların, ‘muhâfazakâr müselman’ın bir kısmı arasında bu kadar kolay yayılabilmesi nedendir? Siyaset sosyolojisi açısından incelenmek üzere, “muhâfazakâr kemalistlerle muhâfazakâr müselmanlar bu ülkede aynı davranış kodlarını sergiliyorlar” denilse çok mu abartılmış olunur? Muhâfazakâr kemalistlerin benzer bir duygusal hamakatla, Balıkesir'in Burhaniye/Gömeç ilçesindeki 'Atatürk'ü izleme mevki'nde kayalarda Atatürk'ün ellili yaşlardaki sözde silüetini izleyip 'ah altın saçlım, mavi gözlüm' deyip gözyaşı dökmeleri simulasyonu ile 3 yıl önce bir stüdyoda melodik olarak İranlı bir şarkıcı tarafından kaydedilmiş ama bir Alman Vakfı tarafından lisansı verilmiş bir ezan’ın "İspanya'da 500 yıl sonra ezan" olarak simulasyonunun milyonlarca müslüman tarafından paylaşılması arasında çok mu fark var özünde?
Şimdi bu simulasyon ezan gerçeğini hatırlatınca da tabii, bunu "İspanya'da 500 yıl sonra ezan" diye paylaşan çoğu ‘muhâfazakâr müselman’ın egoları, tıpkı kemalist egolar gibi rahatsız oluyor, duymaktan hoşlanmıyorlar. Dünya-ahiret hakkında ahkam kesip kim onlardan kim değil lafazanlığıyla nargile fokurdatıyorlar. (Nargile, iftira diyenleri duyar gibiyim) Sonra da koronadan ezan çıkartıyorlar. İnsan, tıpkı Kemalistleri simulakra ile yönlendiren KKÖH (Kemalist kekleme Özel Harekat) gibi, muhâfazakârları da simulakra yönlendirmeye çalışan bir MKÖH (Müslüman kekleme Özel harekat) mı var devrede acaba? diye sormadan edemiyor.
İmdi, bu yaşananlar, bize yalnız müslümanların değil tüm insanlığın mı acaba SİMÜLAKRAya esir düştüğünü gösteriyor? Kelime köken olarak ‘simüle’ etmekten gelen simulakr, sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi yapmaksa eğer, simülasyonlarda gerçekler ‘gerçek’ten daha gerçekmiş gibi görünürler. Ancak, Baudrillard’a göre simülasyon kopya değildir. Kopyanın göndermede bulunduğu şeyin bir gerçekliği olmasına karşılık simülasyonun göndermede bulunduğu şeyin bir gerçekliği yoktur. Kopyalar doğal gerçekliğe sahip olan asılların yerine geçmekle, asıl olan şeylerin de doğallıklarını yitirmelerine neden olmaktadır. Bir stüdyoda okunan ezanın, milyonlara İspanya’da 500 yıl sonra okunan ilk ezan diye yutturulabilmesi işte tam da budur. Bir ‘bize ait şey’in, gerçekliği olmayan bir şeyin yerine ikame edilmesi. Bir yanılsama bu. Böyle bir YANILSAMAyı doğallaştıransa sosyal medya. Sosyal medya, eğer çok dikkatli ve müteyakkız değilseniz, algıları dümura uğratabilmekte, tefrik ve temyiz kabiliyetini erozyona uğratabilmektedir. Bu yanılsamada, gerçeklik kaybolur. Gerçekliğin yerini, ‘-mış gibi görünmeler’ yani ‘göstergeler’ alır. Bu görünüm/göstergelere SİMULAKRA deniliyor Baudrillard’ın kuramında. Siyasal popülizmin tam da aradığı bir şeydir bu. Simulakralar kullanılarak, simüle edilir yani ‘-miş gibi gösterilir’ her şey. Simulasyon devreye girdiyse, ‘yokluk’ devreye girmiş demektir. O şey özünde yoktur artık. Bu ‘İspanya’da 500 yıl sonra ezan’ uydurmacası aslında, tüm saygınlığı ve izzeti ile ezanı yok etmektedir. Sıradanlaşmakta, değer yitimine uğratılarak, tarihsel ve yaşayan gerçeklikten koparılarak, ‘dünyadan habersizler’ kendilerine sanal bir dünya oluşturarak mitolojik varlıklara dönüşmektedirler. Küresel simulasyon, buna karşı farkındalığı gelişmeyenleri, ‘simulakra müselman’ı yapmaktadır. Çağdaş felsefe ve hakikat ilişkisini irdeleyen genç Türk felsefecilerinden Kasım Küçükalp’in bir konferansında belirttiği gibi, artık müslümanlar Anthony Quinn’i görseler neredeyse Hz. Hamza geliyor sanmaktadırlar. Baudrillard’ın simülasyon kuramı, buraya sığmayacak şekilde şüphesiz post-hıristiyan ve post-marksist bağlamda ele alınır ilgili literatürde. Ama diyebiliriz ki, onun simülasyon kuramına göre, hakikat algısı, simulakrların arasında yok olmuştur. Sosyal medyanın denetlenemezliği ve giderek yaygınlaşan, çeşitlenen araçlarıyla, manipülasyon ve propaganda aracı haline gelmesi de bunda çok etkilidir.
Simulakra ile karşılaşıldığında ilk aşamada sorun yok gibi görülür. Simulakrlar, hakikatı çağrıştırıyor, yansıtıyor ya da hatırlatıyor zannedilir. Ama zaten olan bundan sonra olur. İkinci aşamada, hakikat yerine artık simulakrlar geçtiği için, simulakrlarda yapılan her küçük değişiklik muhataplar farketmeden hakikatı da tahrifle sonuçlanır. Buna karşı duyarlı olunmadığı zaman, ortaya taklidlerle ve sümulakrlarla yaşayan bir toplum çıkar. Yani ‘-miş gibi yaşayan’ bir toplum. Bu bizi bir başka kavramsal-fikri sorun sarmalına götürür. Muhâfazakârlık (conservatism) sorunu. Muhâfazakârlık, varolanı koruyormuş zannedilirken, içe kapanması ve kendi etrafında duvarlar örmesi nedeniyle, aslında dış dünyanın kendilerine nasıl kullanışlı simulakrlar sunduğunu anlamaya engel bir zihniyet tutulmuşluğuna yol açarak, elde avuçta olanın da yavaş yavaş kaybedildiği bir dünya kurgulayarak, gerçeklikten koparan bir simulasyona teslim olur. Bu teslimiyet içerisinde o toplumdan ‘simulakr’larını muhâfaza etmesi istenir. Bu simulakrların ‘öz değerler’ olduğu zannedilir. Oysa olan şey, gerçek dönüştürücü değerlerin yerini, statik robotlaştıran, slogan ve hamaseti öne çıkaran simulakrların icadıdır. Türkiye’de Kemalizm muhâfazakârdır. Türkiye’de kemalist muhâfazakârlıkla müslüman muhâfazakârlık farklı dünya görüşü iddiaları üzerinden benzer davranış kodlarına sahiptir. Türkiye’de Muhâfazakârlık da Batılılaşma ile başlamış, jakoben kemalist laiklik uygulaması nedeniyle de bir karşıtlığı ifade eder olmuştur. Dindarlık iddiasındaki insanların kendilerini muhâfazakâr olarak tanımlamaları dil ve algı sürçmesidir. İslam, muhâfazakâr cahiliyye toplumunu değiştirmek ve dönüştürmek için gelmiştir. İslam’ın kültür ve inanç dilinde zaten ‘muhâfazakâr’ kelimesi yoktur. Bu kavram, Cumhuriyet döneminde, İngiliz ‘conservatism’inden ödünç alınarak, kurgulanan müslümanlık için biçilmiş bir tanımlamadır. Trajik olan ise, müslümanlık iddiasındaki pek çok kimsenin muhâfazakâr tanımına yenik düşmeleridir. Yaygın tartışmalarda hem Batı’ya referansla açıklanan ama hem de müslümanlara çıkış yolu olarak sunulan muhâfazakârlık çelişkili bir dünya görüşüdür. Bu, eldeki tartışmamızın ötesine giden bir konudur. Ancak, simulakra müselmanı, sadece modernitenin değil buna eklemlenen muhâfazakârlığın ürettiği bir 'müselman'dır.
Ne olacak halimiz? Simulakrlar koronadan daha tehlikeli. Korona ciğerleri ‘sars’ıyor, simulakrlar ise bilinci yok ediyor.
Çok köklü bir medeniyet projesine yönelmeden, ferisî medreselerinin, simulakr tarikat ve cemaatlerinin, mescid-i dırar’ların din tahrip ve tahrifçiliği ile hipermodern hız çağı arasında sıkışmış gençleri bu simülasyon hegemonyasına karşı bilinçlendirmek mümkün görünmemektedir. Medeniyet yaklaşımı, herşeyden önce İslam’ın ilk doğuşundan, Nebevi Sünnetin örnekliğinden yükselme dönemine kadar hakim olan bilgi ve algı anlayışında olduğu gibi dini, imandan sanata, bir medeniyet projesi olarak görür.
Baudrillard yaşasaydı, bu "İspanya'da 500 yıl sonra okunan ilk Ezan" simulasyonuna ne derdi acaba?
Simulakrların hegemonyasına karşı tek çıkış yolu, yeni bir başlık açar gibi görünse de, Cibril hadisindeki ihsânın hayata geçirilmesi, yani imanın estetiğidir. İhsân, haciyattan tahsiniyyata bir medeniyet projesiyle olur. Bunu, Cevdet Paşa, Mecelle’nin ilk kaidesinde ‘Emr-i Temeddün’ olarak belirtmiştir. Temel meselemiz, evet, emr-i temeddün, yani medenileşme meselesidir.
Hay Allah (cc) sonsuz kere…
Hay Allah (cc) sonsuz kere razı olsun hocam . İspanya ezanı ve. Amerika’da bir müzisyenin okuduğu kuranı Kerim paylaşımları “ İslami değerlerin bu tür eylemlere çok mu ihtiyacı var” diye düşünmekteydim , bölüme su serptiniz , binlerce tşk varolun ,
Cokkiymetli tesbitler…
Cokkiymetli tesbitler.tebrikler.
Modernite, muhafakazarlık,…
Modernite, muhafakazarlık, simulakra müselmanı... uzun zamandır böyle bir yazı okumamıştım, söylemek isteyip ifade edemediklerim zihnimde berraklaştı, muhteşem.
Aynı pencereden bir de…
Aynı pencereden bir de ülkemizdeki eğitime baksanız hocam, ne görünür acaba?
Yeni yorum ekle