Nuri Pakdil: Bir Yalnız Ardıç’ın gölgesinde devinim

20 Ekim 2019

Nuri Pakdil’i tanımazdım.

İhtilalden hemen sonra, henüz orta kısımdaydım, lisede edebiyat öğretmenim olacak olan Hasan Ali Kasır (rh) Develi’de bir kitabevinde otururken beni Edebiyat Dergisi’ne abone etti. Parasını kendisi ödemek şartıyla: ki dergiyi zaten okuyordum, her sayısının gelmesini iple çekiyordum da satın alacak param olmazdı. Artık abone olmuştum, her sayı çıktığında gelip kitabevinden dergimi alıyordum.

Ortadoğu ateşini uyandıran Edebiyat Dergisi

Okumadığım, atladığım satırı olmazdı derginin. Pakdil’in çağdaş Arap şiirinden, Fransızca üzerinden, yaptığı çeviriler heyecan vericiydi. Edebiyat Dergisi Ortadoğu ve Afrika ateşini uyandırmıştı gönlümüzde.

“Vatandaş” lakaplı rahmetli Hasan Ali Kasır’ın, Aylık Dergi’de yayımlanan “Cihanşumûl Leyla” şiiri mesela Nuri Abi’nin tutuşturduğu meş’alenin elden ele devrettiğinin şahidi:

 

 “Vefâlı bir cânanı çağrıştırır gözlerin

Yüzün ki birazı Matahari sanki, birazı senin

Biraz vaha serinliği sarar yüreğime

Cevrin bir tutkudur bende vazgeçemediğim

 

Koynunda büyümek, büyümek zulmün Delâl

Nasıl bir duygu/nice bir âfet sen bilirsin

Ve sen bilirsin yüreğimin Ortadoğusu’nda

Umutlarımı yarınlara öfkeyle sarmalayışımı”

 

“Zulmün koynunda büyümek”, “umut” ve elbette bir yüreğin Ortadoğu’su Nuri Ağabey’in açtığı çığırın capcanlı devam ettiğini gösterir. “Vefâlı cânan” sanki Türkiye’dir, ama sanki değildir henüz. Özlenendir.

Yalnız Ardıç’ın gölgesi sadece Maraş’a ve Ankara’ya değil, Develi’ye de düşmüştür.

 

Nuri Pakdil’i tanımazdım.

Nasıl kitap okuduğunu hiç görmedim. Şahit olanlar anlattılar. Kalkar, traşını olur, kravatını takar ve masasının başına oturup kitabını okumaya başlar. Okumak Pakdil’de bir boş zaman uğraşısı değil, zamanı dolduran, dirilten eylemdir.

 

 

Türkiye boyun ağrılarından kurtulurken

 

Birkaç sene önce, sanırım kendisi onur konuğuydu, Kahramanmaraş Kitap Fuarı’nda rûberû karşılaşıp halleşmek, sohbet etmek imkânı buldum Nuri Abi’yle. Fuardan çıkıp giderken oğlum Abdurrahman Taha “Baba, Nuri Pakdil kitaplarını imzalıyor” deyince döndük hemen. Gidip elini tuttum. Saat 18 olmuştu, fuarın kapanış saati. Kalabalık kitap imzalatmak için sırada bekliyordu. O kitap imzalamaya ara verdi, 10 dakika hiç bırakmadı elimi. Ortadoğu’yu konuştuk.

“Siz Türkiye’nin boyun ağrılarından söz ederdiniz Edebiyat Dergisi’nde” dedim ve devam ettim: Artık Türkiye boyun ağrılarından kurtulmaya çalışıyor. Bu, sadece şimdiki iktidara mahsus da değil. İsmail Cem’in dışişleri bakanlığı döneminde başlayan, Özal devrinde devam eden, ancak AK Parti döneminde daha somut meyveleri görülmeye başlayan yeni bir mevsim.

Bu minval üzre devam etti sohbet:

Boyun ağrılarından kurtulmaya çalışırken ister istemez çatır – çutur sesler geliyor. Yüzünü sadece batıya çevirmişken başka yönlere, önüne, sağına soluna, Ortadoğu’ya, Karadeniz’e, Asya’ya yönelen Türkiye sahadan uzun zaman önce çekildiği, hem de irtibatını koparmaya çalıştığı için hatalar yapıyor. Evet, Türkiye’nin bölge ile alakadar olması doğru; ancak Tunus dışında sahada iş tutulan ortaklar sorunlu. Bölgeye ilişikin dış politika tercihlerinde sadece Tunus’ta tam başarılıyız, bunda da oradaki müttfiklerimizin basiret ve dirayeti sonucu belirliyor. Libya’da bir dönem iyi başlamışken kısa süre sonra etkin bir aktör olmaktan uzaklaştık. Fas ve Cezayir’de sömürgeci Fransa’nın bile çok gerisinde seyrediyor ilişkilerimiz.

Suriye’de en başta takip ettiğimiz  sınırları açma, vizeleri kaldırma, ortak bakanlar kurulu toplama, üniversitelerin ortak çalışması, ortak sanat etkinlikleri ile tezahür eden kardeşlik iklimi gayet isabetli idi ve devam ettirilmesi icap ederdi. “İkinci bir Hama’ya ve Humus’a izin vermeyeceğiz!” havasıyla başlayan ikinci perdede ise yapılan her şey yanlıştır. Tek doğru ise yapılan değil yapılmayan bir şey: savaşa girmek! Velhasılı Ağabey, Türkiye’nin boyun ağrılarından kurtuluyor olmasına sevinsek de, henüz ne Mısır’ı, ne Suriye’yi, ne Yemen’i, ne İran’ı, ne de Afrika’yı tanıyoruz.

Şu Arap ayaklanmaları eskiden olsaydı hariciyemiz “komşularımızın iç işlerine karışmayız!” diyerek bir kenara çekilirlerdi. YeniTürkiye, komşusunda çıkan yangınlara müdahil olarak mümkünse yangını söndürmeye, mümkün olmazsa evlad ü ıyali kurtarmaya çalışıyor. Ancak her kademede bölgeyi tanıyan, bilen uzmanlar, memurlar, sanatçılar, yazarlar, akademisyenler, iş adamları ve kurumlar var oldukça ve belki birkaç nesil içinde boyun ağrılarımızdan tamamen kurtulmamız mümkün olacaktır.

Aşağı yukarı bunları söyledim. İlgiyle dinledi, heyecanlandı… Adımı ve telefon numaramı kaydetti. Bildiğim dilleri sordu. Kitaplarının Türkçe okumayan devrimcilere de ulaşması onların gönlünde bir “umut” yeşertmesi, “klas duruş”un evrende yayılması “derviş hüneri” “bağlanma”nın - ki buna bazen “biat” denir- “put yapımevleri”ni yer ile yeksan etmesini isterdi. Benden de bir katkı beklediğini söyledi.

 

Heyecanını asla yitirmeyen adam

Yılbaşı ve bayram gibi özel zamanlarda içinde mutlaka “devrim” umudu taşıyan mesajlar gönderdi. Zaman zaman, her defasında Maraş’ta olmak üzere buluştuk. Bir keresinde Ali Karaokur dostum ve Mustafa Sıddık Uslu üstadımızla birlikte gençleri de yanımıza alarak rahmetli Fatih Pakdil’in bağında bir araya geldik. Uslu Hoca’yı görünce eski günleri yâd ettiler. Haydi Rasim’i (Özdenören) arayalım dediler. Kaç güzel adam kalmıştı ki cihanda.

Pakdil sınırları açtı. Zihindeki, gönüldeki sınırlar aşılmadan coğrafî sınırların açılması mümkün değil.

Ömrünün son yıllarında Maraş’a daha sık gelmeye başlamıştı. Tevafuken ben de çokça eğleşiyordum her gidişimde. Vicahen son görüşmemiz, Pakdil’in yazı hayatında hatırı sayılır bir yeri olan bir mekândaydı. Bir oteldi burası.

Karaokur ve Uslu da oradaydı. Uslu Hoca ile, İzmit’te tren hattı boyunca gidip gelerek kimbilir kaç saat devam eden sohbeti, kimbilir kaçıncı kez zevkle anlatışlarını dinledik. Mustafa Sıddık Uslu İzmit İmam-Hatip Lisesi’nin müdürüdür. Nuri Pakdil, Edebiyat Dergisi’ni tanıtmak ve abone bulmak için gelmiştir. O gün neler konuştuklarını, hangi cümleleri kurduklarını büyük bir keyifle anlattılar, birinin bıraktığı yerden öbürü alarak.

Bayramdı, Nuri Abi şeker de yedi, hepimize de ikram etti. Kendisi portakallı olanı tercih etti.

Heyecanlı bir adamdı, baştanbaşa heyecandı.

Nuri Pakdil devrimcidir demek nakıs; o başlıbaşına devrimdir.

Devrim devam ediyor. Söze dökülen, vücut elbisesi giymiştir.

Ahmet Taşgetiren bu yılı “Nuri Pakdil okumalar yılı” ilan etti. Evet, belki artık Nuri Pakdil okumanın vakti gelmiştir.

Nasılsa gömlek değiştirdi.

Nasılsa en iyi devrimci gömleğini değiştirmiş olandır!

Yine de okurlarının, özellikle gençlerin gönlünü genişletmeye devam edecek Pakdil’in geride bıraktığı yapıtları.

Nuri Pakdil okumalıyız ki:

“Alışmalıyız, sorunları evrensel boyutlarda düşünmeye. Mutlluk da, mutsuzluk da ulusal sınırları taşıyor. Özgürlükler de böyle.”

Pakdil sınırları açtı. Zihindeki, gönüldeki sınırlar aşılmadan coğrafî sınırların açılması mümkün değil.

Nuri Pakdil’i tanımazdım.

Cezayir’in, Mısır’ın, Afrika’nın esintilerini onun yazılarında, çevirilerinde teneffüs ettim ilkin. France Islam mecmuasından derlediği özetler, Le Monde gazetesinden aktardığı anekdotlar… Beni en çok heyecanlandıran Arap Şiiri – I ve II güldesteleri olmuştu.

Nuri Ağabey’in, hem de Arapça bilmeksizin bunu yapmış olması, Arapçayı anamın ak sütü gibi helalinden öğrendikten sonra bana bir ödev yüklemişti. Çağdaş Arap Şiiri güldestesi hazırlamak istedim.

Gerici Arap rejimlerinin korkulu rüyası Ahmed Matar başta olmak üzere münferit şairlerden çeviriler yapmış ve yayımlamıştım. Mahmud Derviş ve birkaç Filistinli şairle Kahire Kitap fuarında tanışmış, şiir kitapları almıştım.

Ancak güldeste hazırlamak bir iddia. İddialar ispat ister. Kahire Üniversitesi’nde Arap Dili ve Edebiyatı okuyan bir genç şairle tanıştığımda hemen ondan Türkçeye tarafımdan tercüme edilmek üzere çağdaş Arap şiiri seçkisi yapmasını istirham ettim. O da bunu memnuniyetle kabul etti. Lakin, sonradan Türkiye’ye yerleşen, şimdi Ankara’da ikamet eden bir gazeteci, ismi lazım değil M.A. bu heyecanlı projeye taş koydu. Seçkiyi yapacak genç şaire, bunun için benden para istemesini, benim nasıl olsa bu kitabı çevirip yayımlattıktan sonra para kazanacağımı filan söylemiş.

Paranın konuşulduğu bir yerde tılsım bozulur. Öyle oldu. Ne o genç şair bir seçki yaptı ne de ben başka bir yol denedim. Oysa Pakdil, yıllar önce kıt imkânlarla, hem de iki cilt (sonra birleştirildi) Arap Şiiri güldestesi hazırlamıştı.

Bu hikayeyi böyle ayrıntılı nakletmemin sebebi, o tarihlerde şahsen tanımadığım bir yazarın, çok satmayan bir derginin, asla iyisatar olmayan kitaplar yayımlayan bir yayınevinin yarattığı devinimin beni Kahire’ye kadar takip etmiş olmasına tanıklık etme arzusudur.

Biz evrene tanık olmak için gelmiş canlarız. Ben Pakdil’i gördüm. Nuri Pakdil’in yargıçlığa, savcılığa, avukatlığa soyunmayıp sadece ve sadece tanık makamında durduğuna şehadet ederim.

Sükût sözden yücedir.

Tanık, şehadetini eda ettikten sonra sükûta varır.

Öyle oldu!

Nasılsa en iyi devrimci gömleğini değiştirmiş olandır! Yine de okurlarının, özellikle gençlerin gönlünü genişletmeye devam edecek Pakdil’in geride bıraktığı yapıtları.

Biz evrene tanık olmak için gelmiş canlarız. Ben Pakdil’i gördüm. Nuri Pakdil’in yargıçlığa, savcılığa, avukatlığa soyunmayıp sadece ve sadece tanık makamında durduğuna şehadet ederim.

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
1 kez görüntülendi. 739 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.