Orada Bir Yer Var Uzakta: Taşkent, Semerkand, Buhara

03 Eylül 2023

Bir Yol Bir Kuşak: Fırsatlar ve Zorluklar (SIRCON2022) Konferansı

Konferans öncesinde bir günlük bir dinlenme, kendine gelme, Taşkent şehir gezisinden sonra, ertesi gün konferansa ev sahipliği yapan Alfaraganus Üniversitesi’nde buluştuk. Bir ayağımıza kırmızı halılar sermedikleri kalmıştı: öğrencilerin ellerinde çiçekler, koridorda iki sıra dizildiği, yüzlerinde gülücüklerle bizi selamlayıp “hoş geldiniz” dediği enteresan bir karşılama merasimi yapılmıştı. Konferansın yapıldığı geniş salonda masalar hazırlanmış, konuşmacıların isim etiketleri yerleştirilmiş, herhangi bir karmaşaya meydan vermeden yerleşim sağlanmıştı. Salonun bendenizin oturduğu yere göre çapraz köşesinde kürsü, yanı başında da sunumları yansıtan duvar boyu görsel ekran bulunuyordu. Tesadüfen yan yana oturduğumuz Ahmet Yesevi Üniversitesi rektörü başta olmak üzere birçok katılımcıyla yaptığımız tanışma, selamlaşma ve hoşbeşten sonra sunumlar başladı. Gün boyu ve ertesi gün devam eden konferans kapsamında katılımcı akademisyen ve araştırmacılar, konferansın ana teması olan İpek Yolu, tarihi İpek Yolunu modern imkânlarla yeniden diriltmenin önemi, buradan sağlanabilecek potansiyel faydaları konuştular, tartıştılar, düşüncelerini paylaştılar. Bu çerçevede bendeniz biri doktora öğrencisi değerli asistanım Emel Akbal ile, diğeri Aksaray Üniversitesi’den değerli meslektaşım Prof. Dr. Erşan Sever ile birlikte hazırladığımız iki bildiri sunduk. Bizzat sunduğumuz ilkinin konusu demiryollarının ekonomik potansiyeli ve İpek Yolu projesi idi. ABD’nin 19. Yüzyılda kuzey Amerika kıtasını baştan başa kat eden, ülkenin en ücra köşelerine erişimi ve ekonomik bütünleşmeyi sağlayan “Continental” demiryolundan da örnek vererek, aslında İpek Yolu projesine entegre edilecek ulaşım ağları ve demiryollarının hem ekonomik gelişme, hem de barış ve istikrara büyük katkı yapabileceğini vurguladık. Diğer katılımcıların sunumlarından da bu konunun çeşitli boyutlarını öğrenme fırsatı bulduk. Soru-cevap fasıllarında fikir teatisinde bulunma imkanımız oldu; velhasıl öğretici, bilgilendirici, ufuk açıcı bir etkinlikti.

Türk-İslam Medeniyetinin Zirve Şehirleri: Semerkant, Buhara

Konferanslar bittikten sonra, iki günlük heyecan verici, en az bilimsel etkinliklerimiz kadar önemli bir macera bizi bekliyordu: Semerkant ve Buhara gibi Türk-İslam medeniyetinin beşiği olan şehirlere yapacağımız geziler. Bu şehirlerin adı ne zaman telaffuz edilse insanın içi ısınıyor, aklından iyi şeyler geçiyor. Bir dönem Türk-İslam medeniyetinin en güzel eserleri ve en zirve isimleri filozoflar, ilim adamları, medreseler, İbn-i Sinalar, Biruniler, Buhariler, Nakşıbendler, İmam Maturidiler geliyor, Maveraünnehir geliyor… O günlerde yaptığım Facebook paylaşımında da söylediğim gibi:

Orta Asya, Özbekistan Falan Filan2: Buhara[1]

Asya’nın kalbi Orta Asya,

Orta Asya’nın kalbi Özbekistan

Ya Özbekistan’ın kalbi? Taşkent, Semerkant, Buhara.

Türk-İslam medeniyetinin merkezi

Mektepler, medreseler, alimler

Hangisini sayayım dostlar?

Hadis ilminin sultanı İmam Buhari’yi mi,

Matematik ilminin sultanı Biruni’yi, Harezmi’yi mi,

Tıp ilminin üstadı,

Müslüman filozof İbn-i Sina’yı mı,

Tasavvuf erenlerinin piri

Şahı Nakşibend’i mi?..

 

Özbekistan Falan Filan3: Semerkand[2]

Ne güzel bir gündü Allahım:

Hem günlerden Cuma, müminlerin bayramı,

Hem Mevlid kandili,

Hz. Muhammed’in (sav) dünyayı teşrifi,

Hem Semerkand ziyareti,

Kimleri yani?

İmam Buhari’yi,

İtikatta mezhep imamımız İmam Maturidi’yi,

Uluğbey rasathanesini, Emir Timur makberini,

Buhodod Mescidini..

Ziyaretler, geziler,

İbadetler, dualar, Özbekistan Semerkand’lar,

Falanlar filanlar…

Buhara ve Semerkant’ta Önemli Ziyaret Yerleri: Registan meydanı, Medreseler, Büyük İsimler

6 Ekim 2022 Perşembe günü Buhara, 7 Ekim Cuma günü ise Semerkant’ı gezme, görme ve ziyaret imkânı bulduk. Çarşamba günü, heyetimizde bulunan sayın NEÜ rektör yardımcımız ve SBF dekanımız ile birlikte Taşkent Büyükelçiliğimize kısa bir ziyarette bulunduk; hem sayın Büyükelçimiz, hem de kültür ataşesi, daha önceleri –yıllar önce Ak Parti Siyaset Akademisi’nde ders verdiğimiz zamanlardan tanıştığımız- dostumuz Hamdi Turşucu ile görüştük, Türkiye-Özbekistan işbirliği konusunda neler yapılabileceği üzerine hasbihal ettik. Ziyaretimiz bittikten sonra yeniden kafileye katılıp Taşkent’in banliyölerinden birinde öğle yemeği yedikten sonra Buhara yoluna koyulduk. Aslında yol üzerinde daha önce Semerkant var, ancak program gereği önce Buhara’ya gidip ziyaret edecek, daha sonra Semerkant’a geçeceğiz. Hayli uzun süren, biraz da sathı bozuk olduğu için otobüsün zaman zaman sarsılarak ilerlediği bir yoldan, yol boyunca iki tarafta uzanan Özbekistan’ın dünyaca meşhur uçsuz bucaksız pamuk tarlalarını, Fergana Vadisi’ni ve karlı dağları seyrede seyrede gece geç vakit Buhara’ya ulaştık. Perşembe günü gün boyunca Buhara’nın tarihi ve turistik mekânlarını dolaştık.

Buhara ve Semerkant’ın isteyenlerin internetten kolayca bulabileceği çok sayıda gezmeye görmeye değer önemli yerleri, tarihi mekânları ve ziyaretgâhları var. Bunlardan bizim için özellikle önemli olanları Buhara’da İslam dünyasında en fazla takipçisi olan tasavvufi tarikatlardan Nakşibendiyye’nin kurucusu Şah-ı Nakşibend; Semerkant’ta ise itikatta mezhep imamımız İmam Maturidi ve sahih hadisler külliyatının en önemli eserinin sahibi büyük muhaddis İmam Buhari’nin medfun olduğu türbeler. Bu muhterem zevatın makamları ya da mezarlarını ziyaret ederken insan bambaşka bir halet-i ruhiyeye bürünüyor, bu mümtaz şahsiyetlerin İslam düşünce ve kültürüne yaptıkları devasa katkıları düşünürken aklından bir yığın şey geçiyor. Tasavvuf ehli olun olmayın, tarikatlarla aranız nasıl olursa olsun, Şah-ı Nakşibend’in Anadolu dâhil İslam dünyasının her köşesinde milyonlarca müridi, takipçisi olan, onların düşünme ve yaşama biçimlerini doğrudan veya dolaylı olarak etkilemiş, bugün hâlâ ardından milyonlarca dua edeni olan seçkin bir sima olduğunu kimse inkâr edemez. Resimlerden de kısmen görülebileceği üzere, Şah-ı Nakşibend’in ziyaretgâhı ziyaretçisi hiç eksik olmayan, manevi havası kolayca hissedilen bir mekân(Resim 5).

Image
Resim 5: Bahauddin Şahı Nakşibend Türbesi, Buhara.

Semerkant’ta medfun büyük zatlardan biri olan İmam Buhari ömrünü hadis derlemeye vakfetmiş, bunun için o devrin koşullarında uzun, meşakkatli yolculukları göze almış, tespit ettiği on binlerce hadisi güvenilirlikleri yönünden ince eleyip sık dokuduktan sonra en sahih olanları “Sahihi Buhari” külliyatında toplamış büyük âlim. Bugün Kur’an-ı Kerim’den sonra en önemli dini kaynağımız olan sahih hadislerin 1400 yıl sonra elimizde olması, öteki hadis toplayıcıları yanında, en başta İmam Buhari sayesindedir.

Image
Resim 6: İmam Buhari Türbesi, Semerkant. 

 

Anadolu coğrafyasında ve İslam dünyasının pek çok köşesinde yaşayan Müslümanların önemli bir bölümü kendisini amelde (fıkıhta) Hanefiye, itikatta Maturidiye mezhebine bağlı olarak görür. Ebu Hanife ve Maturidi “Ehl-i Rey” adı verilen akılcı-yorumcu-özgür iradeci İslam düşünce geleneğinin iki zirve şahsiyetidir. Daha çok nakilci-lafızcı-kaderci yönüyle öne çıkan ve Arap coğrafyasında kök salan “Ehl-i Hadis” geleneğine karşı Orta Asya-Maveraünnehir-Mevali geleneği dini anlama, ayetleri açıklama ve kaynaklardan hüküm çıkarma ve dini yaşama konusunda akla, te’vil-yoruma ve özgür cüzi iradeye vurgu yapar. İmam Maturidi “kader önünde insan rüzgâr önünde yaprak gibidir, her şey önceden yazılmıştır, yazılan başa gelir” diyen mutlak kaderci Eş’ari gelenek (ifrat) ile “insan eylemlerini kendisi yaratır, mutlak irade sahibidir” diyen Mutezili gelenek (tefrit) arasında orta yolu temsil eder.

Maturidinin kader anlayışı düşünce tarihinin en çetrefil meselesinde, eylemlerinde insanın sorumluluğu konusunun izahında en makul, ikna edici çizgiyi temsil etmektedir. Bir yanda “her şey önceden yazılmış çizilmiş, ne yapsak boş, yazılan başa gelecek, ama yine de insan sorumlu, günahının hesabını verecek” demeye getiren, akla ziyan, hiç de ikna edici olmayan bir kader anlayışı; diğer yanda ise bu defa tam tersine “her şeyi insan yapar” diyen insanın gözle görülür zayıflıklarını, acziyetini, hiç de kendi tercihi olmayan olguları (dünyaya gelmesi, cinsiyeti, ana-babası, dünyaya gelişinin yeri ve zamanını kendisinin seçmemesi, beklenmedik gelişmeler, büyük doğal felaketler, hayatın sürprizleri, vs.) görmezden gelen mutlak özgür iradecilik. İkisi de gerçekçi değil, ikisi de ikna edici değil, ikisi de afaki; biri ifrat, diğeri tefrit; biri gerçeği pozitif yönde zorlarken, diğeri negatif yönde zorluyor. İşte bu çetrefil bulmacanın çözümünde Maturidi’nin sunduğu reçete bir ilaç gibidir: insan cüzi iradesiyle tercihte bulunur, Allah insanın tercih ettiği eylemi yaratır; tercihi insan yaptığı için de eyleminden sorumludur! Bu mümtaz şahsiyetin verdiği bu ipuçları üzerinden, mesele üzerine biraz kafa yormuş olan bu kardeşiniz, yetişkin çağında yaptığı iradi tercihlerle insanın kaderinin esasen her gün yeniden yazıldığı “dinamik bir kader anlayışı”na sahiptir. Tercih özgürlüğü son derece önemlidir; insanı eylemlerinden sorumlu kılan, onu “kendi yaptıklarıyla” cennete veya cehenneme götürecek olan şey, son tahlilde tercih özgürlüğüdür…

Image
Resim 7: İmam Maturidi Türbesi, Semerkant, Özbekistan.

Semerkant’ta İmam Maturidi’nin mezarını, medfun olduğu türbeyi ziyarete giderken aklımdan geçen bir sürü şey arasında bunlar da vardı. Etrafı yeşillik, havası temiz nezih bir yoldan ilerliyorsunuz, sonra muhteşem bir yapı karşınızda beliriyor (Resim 7). Dilinizde fatiha, çeşitli dualarla içeri giriyorsunuz, çok sade mermerden yapılı bir mezar. Kafile olarak içeri girdik, hanım kardeşler bir tarafta, erkekler bir tarafta bir süre dualar ettikten sonra, oturduğum yerden ayağa kalkıp İslam düşüncesinde İmam Maturidi’nin, itikadi mezhepler içinde Maturidiye’nin önemi üzerine dilimin döndüğünce bir şeyler söylemeye çalıştım. Zaman zaman gözyaşlarımıza hâkim olamadığımız, duygularımızın kabardığı, başka bir âleme gidip geldiğimizi hissettiğimiz bir andı, Allah gani gani rahmet, mekânını cennet eylesin…

Tarih Yüklü, Medreselerle Süslü Muhteşem Bir Meydan: Registan

Buhara ve o bölgedeki irili ufaklı öteki şehirlerden çok daha gelişmiş bir şehir olduğu anlaşılan Semerkant’ın gezmeye görmeye değer en muhteşem yerlerinden biri de hiç kuşkusuz Registan Meydanı (Resim 8). Derinlik var, ihtişam var, görsellik var, tarih var, sanat var, kültür var, doğal güzellik ve çevre düzenlemesi var; velhasıl ne ararsanız var. Hele harika bir ışıklandırma sisteminin bütün ihtişamıyla kendini izhar ettiği gece saatlerinde Registan meydanını seyretmeye doyum olmuyor.

Image
Resim 8: Registan Meydanındaki Muhteşem Tarihi Eserlerden Biri, Semerkant.

Buhara’dan Semerkant’a akşamın ilerleyen saatlerinde varıp otele yerleşir yerleşmez, Registan meydanının güzelliklerini gece karanlığında, ışıklar altında temaşa etmek üzere aramızda anlaştığımız bir grup arkadaşla birlikte yollara döküldük. Bir süre yürüdükten, kaldırımları arşınladıktan sonra, internet teknolojisi ve taksi kiralama uygulamalarının yardımıyla iki taksiye atlayıp Registan meydanına ulaştık. Geniş anayolun hemen kıyısında, meydandan yola çıkan merdivenlerin üstünden, gecenin herkesin evine çekildiği, belki de çoktan uykuya daldığı o sessiz sakin saatlerinde, o harika ışıklandırma sistemi altında o muhteşem meydanı ve meydanın bitimindeki görkemli tarihi yapıları seyretmeye gerçekten doyum olmuyor. O yapıları seyrederken, merdivenlerden inerken, ağaçlar arasında ve surların dibinde gezinirken insan yüzyıllar öncesine gidip gidip geliyor; yanı başınızdan Emir Timurlar, Uluğbeyler, İbn-i Sinalar, Buhariler ve Biruni’lerin, bastığı yerleri titreten liderlerin yanı sıra eli kalem tutan, düşüncenin ve ilmin doruklarında gezinen şahsiyetlerin de yürüdüğünü hissediyorsunuz…

Registan meydanına ertesi gün normal gezimiz sırasında yeniden geldik, orada bulunan tarihi yapıları, mektep ve medreseleri, sahabe mezarlarını, kütüphaneleri ziyaret ettik, bir kısmını paylaştığım linklerden görebileceğiniz resimler çektik. Anadolu’da Selçuklu eserleri olarak gördüğümüz eserlerin daha büyük boyutlu, daha muhteşem, mimari özellikleriyle, çinileri ve süslemeleriyle hayranlık uyandıran yapılar arasında gezinmek her adımda insana bir şeyler fısıldayan, üstad Necip Fazıl’ın deyişiyle “ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin” dedirten, bitmesini istemediğiniz, nereye baksanız sizi bir yerlere alıp götüren, 

düşüncelere gar eden sihirli bir yolculuk gibiydi… 

Timuru Nasıl Bilirsiniz: Timurlenk mi? Aksak Timur mu? Emir Timur mu?

Malûmunuz, Moğol hükümdarı Timur bizim buralarda, Anadolu coğrafyasında pek sevilmez, kimse ona “Emir Timur” demez; Timurlenk der, “aksak Timur” der, vs. Bunun sebebi de bellidir: Ankara yakınlarında, bugün havaalanının kurulu olduğu Esenboğa ovasında Moğollar ile Osmanlılar arasında 1402’de yapılan Ankara Savaşında, Timur’un başında bulunduğu Moğol ordusu Osmanlı ordusuna karşı galip gelmiş, Osmanlı padişahı Yıldırım Beyazıt esir düşmüştür. Bu yenilginin ardından Osmanlı birliği bozulmuş, Yıldırım Beyazıt’ın oğulları arasında patlak veren taht kavgası yıllarca sürmüş, böylece başlayan “fetret devri,” I. (Çelebi) Mehmet’in kardeşlerini dize getirip 1413’te tahta oturmasıyla sona ermiş, Osmanlı devleti yoluna ancak bu duraklama ve iç çatışma döneminden sonra yeniden devam edebilmiştir. Oysa tarihimizin bu dönemi ve Yıldırım ile Timur ilişkilerinin pek bilinmeyen, belki de bilmemizi istemedikleri bir hikâyesi vardır. Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin devasa boyutlardaki İslam Tarihi’ni (FETÖ sermayesinden kariyer ve iktidar devşiren müfterilerin ve kifayetsiz muhterislerin iftiralarının kurbanı olarak “devlet dinlenme tesisleri”nde çilemizi doldururken!) okuyuncaya kadar ben de bilmiyordum. Ankara Savaşı öncesinde, meğer Timur’un elinden kaçan bir asi Yıldırım’a sığınmış; Timur Yıldırım’a bir heyet gönderip bu adamı kendisine teslim etmesini, hiç değilse himaye etmemesini, batı bölgelerine düzenlediği seferlere devam edip doğu taraflarını kendisine bırakmasını talep etmiş, “birbirimizle kavga etmeyelim” demiş. Yıldırım’ın buna cevabı ise çok sert olmuş: Hakaretâmiz (ayrıntısına girmiyorum, gerçekten hakaretlerle dolu) bir mektupla istediği adamı kendisine teslim etmeyeceğini, himaye etmeye devam edeceğini, sıkıysa gelip kendisinin almasını istemiş…

Bundan sonrasını az çok biliyoruz: Timur’un ordusuyla Anadolu’ya gelişi, o sırada Bizans’ın başkenti İstanbul’u kuşatmış olan Osmanlı ordusunun Timur’un Anadolu üzerine yürümesiyle mecburen kuşatmayı kaldırması, Ankara yakınlarında Esenboğa’da iki ordunun karşı karşıya gelmesi, Anadolu’daki –Yıldırım’ın hışmından hiç hazzetmeyen- Türkmen beylerinin Timur tarafına geçmeleriyle güç dengesinin Timur lehine değişmesi, Osmanlı ordusunun yenilmesi, Yıldırım’ın esir düşmesi ve daha sonraki intiharı, oğulları arasındaki taht kavgası ve fetret devri… Enteresan, ibretlik, öğretici. Çok şey söylenebilir, ama sadece birkaç not düşelim:

Birincisi, eğer yazılanlar doğruysa, Yıldırım bu olayda hiç de sanıldığı kadar masum görünmüyor. Daha nazik bir cevap, orta yolda buluşma, makul bir çözüm bulma tarihin akışını başka yöne sevk edebilir, İstanbul’un fethi bile daha erken bir tarihte gerçekleşebilirdi. İkincisi, Ankara’da çarpışan ordulardan biri kâfir, biri Müslüman ordusu değil, iki Müslüman ordu idi; iki Müslüman güç birbiriyle savaşıyordu. Moğollar 1258’de Bağdat’ı istila edip Abbasi Halifeliğine son verdikten kısa süre sonra İslamiyet’i kabul etmişlerdi. Üçüncüsü, Cengiz Han soyundan olmadığı için “Han” unvanını kullanmamış olsa da, o coğrafyanın hâkimi olan Timur, Orta Asya’nın imarında, oradaki mektep ve medreselerin, camilerin, han, hamam ve kamusal yatırımların yapılmasında en büyük pay sahiplerinden biridir. Bundan dolayı da Orta Asya için Timur “aksak Timur” değil, -Cengiz Han soyundan olmadığı için- “Timur Han” değil, ama “Emir Timur”dur. Kurduğu “Timurlu İmparatorluğu” Orta Asya’ya altın çağlarından birini yaşatmış, özellikle Uluğ Bey zamanında Semerkant ve Buhara bu coğrafyanın ilim, irfan, sanat ve kültür merkezleri haline gelmişlerdir. Nihayet, tarihçi dostum, “tarihçilerin kutbu” lakaplı merhum Halil İnalcık hocanın senelerce asistanlığını yapmış olan Prof. Dr. Bülent Arı’dan öğreniyoruz ki, esasen Fatih Sultan Mehmet’e gelinceye kadar, o zamanki güç dengeleri gereği Osmanlı devleti Moğolların hâkimiyetini tanıyan, bu bağlamda Osmanlı padişahlarının Moğol hükümdarının gönderdiği hil’at’i giydiği bir devlet idi. Başka bir deyişle, Osmanlının gerçek anlamda bağımsız bir devlet haline gelmesi Fatih Sultan Mehmet’in başa geçmesi ve İstanbul’un fethi ile olmuştur. Rahmetli Halil İnalcık’ın Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçek kurucusu Fatih Sultan Mehmet’tir demesi herhalde bundan olsa gerektir...

Taşkent gezimiz sırasında Emir Timur’un heykelini ziyaret ederken oracıkta bir Rus tarihçi peyda oluvermesin mi? Bizim kafiledeki tarihçi hocalarımızdan Timur, Moğollar, Türkler üzerine kıssalar dinlerken o da kulak misafiri olmuş, Türkçe de biliyormuş, söze karıştı: Siz Türkler Moğol değilsiniz, Timur Moğol idi; sizin bunlarla bir akrabalığınız yok! Bizim tarihçi hocalarla Rus tarihçi arasında Emir Timur heykeli önünde yapılan münakaşa dakikalarca devam etti. Türklerin Moğollarla ne kadar akraba olup olmadığı öteden beri tartışma konusudur, bu tartışmaya kısmen Özbekistan gezimiz sırasında Timur heykeli önünde de tanıklık etmiş olduk…

Image
Resim 9: Emir Timur Heykeli, Semerkant.

Biz Taşkent, Buhara, Semerkant gezerken Türkmenistanlı bir eski öğrencimden “Hocam Facebook paylaşımlarınızdan gördüğüm kadarıyla Özbekistan’dasınız, bize çok yakınsınız; iki saat yakınınızdayız; sizi ağırlamak isteriz; bize öğrettiklerinizi de, sizleri de unutmadık, lütfen gelin şeref misafirimiz olun…” diyen içli, iltifatkâr ve duygulandıran bir mesaj almayayım mı? Zaten bazı duygulu anlar geldi mi kolayca gözleri dolan biriyimdir, inanın bu mesaj karşısında yine gözlerim doldu, yarı gözü yaşlı kafiledeki arkadaşlarla paylaştım. Keşke imkân olsa da bu davete icabet edebilseydim, ama olmadı. Kendisine teşekkür ettim, bir dahaki sefere inşallah dedim. Yıllar sonra, uzak diyarlardan gelip sizden ders almış bir öğrencinizden böylesi samimi mesajlar almak gerçekten çok duygulandırıcı; akademisyen olmanın, hoca olmanın en keyifli, en gurur verici, en ödüllendirici, insanın yükünü hafifleten yanlarından biri…

Toparlayalım: Bir Özbekistan Seyahatinin Düşündürdükleri

Aslında daha yazacak, söyleyecek çok şey var; ama hem yerimiz daraldı, hem daha yapacak başka işlerimiz var dostlar. Ayrıca şairin (Abdürrahim Karakoç, Mihriban adlı o muhteşem şiirinde) dediği gibi, aşkı bir kenara koyarsanız (!), “her nesnenin bir bitimi,” her güzel şeyin de bir sonu var. Nitekim biz de doyulmaz güzellikteki Özbekistan, Taşkent, Semerkant ve Buhara gezisine bir haftada nokta koyup memlekete dönmek zorundaydık; “viran olası” demeyelim, var olası hanede evladü iyal vardı, döndük memlekete. İstanbul Havalimanı dostlarla vedalaşma, Halkalı YHT istasyonuna aktarım, hızlı trenle Mevlâna diyarı Konya’ya intikal, ayrı bir fasıl…

Toparlamak gerekirse, bizim açımızdan her bakımdan değerli, öğretici, ufuk açıcı, düşündürücü ve dostlarımız ve meslektaşlarımızla birlikte keyifli anlar yaşadığımız bir geziydi. Orta Asya ile bağların kuvvetlendirilmesi gereğine inanan, ata yurdumuza gönül borcu olduğunu düşünen, Türk birliğinin ve Türkiye ile Orta Asya’daki Türki Cumhuriyetler arasında işbirliğinin erdemine inanan herkese bu tür gezileri, bilimsel etkinliklere katılmayı, gözlemler yapmayı ve dostluklar kurmayı hararetle tavsiye ederiz.

Kısa süren Özbekistan ziyaretimiz bağlamında çok şey gördük, çok yer gezdik, çok şey konuştuk. Gördüklerimiz ve şahit olduklarımız arasında imrendiklerimiz, hayran kaldıklarımız, beğendiklerimiz oldu; buna karşılık pek hoşumuza gitmeyen, rahatsız olduğumuz, uyarma ihtiyacı duyduğumuz şeyler de oldu. İyi şeylerin devamına, olumsuz şeylerde ise durumun zamanla iyileşmesine vesile olmasını umarak, bunları kısaca sıralamak gerekirse, şunları söylemek mümkün:

İmrendiklerimiz, beğendiklerimiz, hayran kaldıklarımız:

Hâlâ çok iyi korunan o muhteşem tarihi eserler, görkemli yapılar, sanat eserleri, devasa külliyeler, medreseler; şehirlerde dikkatimizi çeken geniş yollar, bulvarlar, parklar, meydanlar; ve tabii ki, başta Özbek pilavı olmak üzere birbirinden güzel yemekler. Türkiye ile ilişkilerin bir fetret döneminden sonra yeniden iyileşmeye başlaması da gerçekten sevindirici. En başta da belirttiğimiz gibi, ziyaretimiz boyunca bize gösterilen misafirperverlik, sevgi, saygı, dostluk, ihtiram her türlü övgünün üzerindeydi. Taşkent’te bir akşam canlı müzik eşliğinde keyfine vardığımız, dostlarla yuvarlak masalarda hasbihal ettiğimiz, Özbekistan mutfağının güzel lezzetlerini tattığımız akşam yemeği. Söz konusu ziyafet sırasında bir ara sergilenen Özbekistan halk dansları gösterisi ve “Çırpınırdın Karadeniz” şarkısını hep bir ağızdan söylememiz muhteşemdi. İçimizden bu işlere yatkın olanların, çalışan oyun havalarına Özbek kardeşlerle beraberce karşılıklı oynayarak eşlik etmesi de anılmaya değer.

Yadırgadıklarımız:

Ne yalan söyleyelim, özellikle “hacethane” (tuvalet)’lerde taharet musluğunun olmaması, bizim gibi tuvalet temizliğinde mutlaka su kullananların taharet için ayrıca bir kap temin etmek zorunda kalması bu bağlamda mutlaka zikredilmesi gereken bir eksiklikti, rahatsız ediciydi. Yine umuma açık bazı yerlerde tuvaletlerin tam mahremiyete elvermemesi de öyle. Şehirlerarası karayollarının yolculuğun konforunu olumsuz etkileyen bozukluğu, bununla bağlantılı altyapı eksikliğini de zikretmekte yarar var. Gerçi at etinin yemeklerde özel misafirlere ikram edilen seçkin bir gıda maddesi olmasını da biz Anadolu’dan gelenler, tek tırnaklı hayvanların etini yemeyenler yani, biraz yadırgamadık değil; ama bu, diğer yadırgadığımız şeylere göre daha tolere edilebilir bir kültürel farklılık olarak görülebilir. Tek cümleyle söylemek gerekirse, özellikle tuvaletlerin mahremiyet ve taharet musluklarıyla donatılıp daha hijyenik koşullara kavuşturulması elzemdir, ilgililerin dikkatine sunulur.

Yapılması gerekenler:

Orta Asya uzun yıllar komünist rejimin kıskacında kalmış, nesiller boyu zihinlerin serbest piyasa, serbest ticaret ve dünya ile bütünleşme karşıtı ideolojik ve siyasi argümanlarla biçimlendirildiği, normalleşmenin zaman alacağı bir coğrafya. Sadece Özbekistan değil, bütün öteki Türki cumhuriyetler için de geçerli olmak üzere, yapılması gerekenler bağlamında şunlar önerilebilir: Türkiye ile başta eğitim-öğretim olmak üzere her alanda işbirliği; öğrenci-öğretim üyesi değişim programları, ortak eğitim, ticaret ve sanayi fuarları; demiryolu, havayolu ve karayolu gibi ulaşım ağlarının iyileştirilmesi; başta pamuk olmak üzere ülkenin tarımsal potansiyelinin ve bölgedeki enerji rezervlerinin daha iyi değerlendirilmesi, karayolu ve demiryolu ağları ve de lojistik merkezleriyle İpek Yolu projesine bütün bölgenin entegre edilmesi. Bütün bunların bir de siyasi ve ekonomik istikrar, kurumsallaşma, ekonomik ve siyasi özgürlüklerin güvenceye alınması, demokratikleşme reformları ve sağlam bir hukuki zeminin tesisi ile desteklenmesi Özbekistan’ın ve Orta Asya’nın çok daha mamur ve müreffeh bir bölge haline gelmesini sağlayabilir.


[1] https://www.facebook.com/mustafa.acar.16100/posts/pfbid0vbaTAJiDnQtqQmJFwyvva3nq6mbWCZaFPGMk1Hh36gK7PU4ZVNjxC9aWUhWfvxHNl

[2] https://www.facebook.com/mustafa.acar.16100/posts/pfbid0ckGNB1pkqbqJVbnnaKuJ3ALWXSNX8wKwusq3qNJZyo88djE9RwaSG8LdeGdaajRjl https://www.facebook.com/mustafa.acar.16100/posts/pfbid02N3zKJAyQQjbBaynztE6te6yw7dSxEfNpb6ACQchaZaB7dfYhc6R41WP3vttoxXyEl

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
1 kez görüntülendi. 502 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.