Şiddet ve Utancın Gölgesinde Fransa'nın Cezayir Açılımı

13 Şubat 2021

 

“Aklını alırım” derdi eskiden büyükler.  Ne hikmetli tehditmiş meğer. Bundan ötesi ölüm müdür? Yoksa ölüm bir kurtuluş mudur?

Sömürgeci Fransa milyonlarca Afrikalıyı köle pazarlarında sattı, milyonlarcasını katletti, geriye ne kaldıysa onların da “aklını aldı”.

Daha dün -hoş evvelki gün olsa ne değişir ki- Setif’te katlettikleri insanların kelleleriyle top oynayan, hıncını alamayıp bir iple bağladıkları kelleleri anahtarlık gibi çeviren, hatta bu katliamı sözde kendileri adına daha eğlenceli kılmak için tecavüz ettikleri kadınların çıplak bedenleriyle resim çektirenler bugün gizemli bir özrün peşindeler.

Rahime Hatun son nefesini verirken “bedenimi namahreme bırakmayın” diye yalvarmıştı. Na’şının namusunu dert edinen Müslüman kadın böyledir. Utancın kokusu sinmiş bedenini yıllardır gözyaşlarıyla yıkayan kadınların bazıları muhtemelen hala hayattadır. İnsanoğlu, soykırıma rahmet okutacak bu drama hala bir isim bulamadı.

E. Macron 2017 yılında henüz başkan adayı olduğu dönemde bir Cezayir kanalına verdiği demeçte, “sömürgecilik Fransız tarihinin bir parçasıdır. İnsanlığa karşı suçtur” demişti. Fransız gazeteci Aphattie ise “ Fransa’nın Cezayir’de 130 yıl boyunca yaptıkları tek kelimeyle utanç kaynağı” diyerek az sayıdaki bir aydın kesiminin tercümanı olmuştu. Fanon, Sartre ve Camus gibi yazarlar bunu yıllar öncesinden telaffuz etmelerine rağmen V. Cumhuriyete söz dinletemediler.

Siyasi ve uluslararası şartlar değiştiğinde Fransa’nın başta Cezayir olmak üzere eski sömürgeleriyle yeni bir ilişki sürecine girme gerekliliği doğal olarak yeni bir açılımı da beraberinde getirdi. Fransa dostane ilişkilerde açılacak yeni bir sayfanın anısına, 1849 Zaatcha Direnişi esnasında şehit edilen Emir Bouziane’nin ve 23 arkadaşının kesilmiş başını 171 yıl sonra Cezayir’e gönderdi. 3 Temmuz 2020’de askeri bir törenle şehitlerin kesilmiş başlarını karşılayan Cezayir Cumhurbaşkanı A. Tebboune “Fransa’dan bir özür bekliyoruz” diyerek geleceğe dair olumlu bir mesaj veriyordu. Paris’teki Musée de l’Homme’da saklanan bu başlar, Fransız bilim adamları tarafından büyük Fransız medeniyetinin (!) erdemine varamayan bu insanlar üzerinde bilimsel çalışma yapmak için getirilmişti. Cezayirliler açışından şehitlerine kavuşmak elbette ki çok önemliydi.  Lakin Macron’un “bizi anlamakta tekrar zorlanırsanız sonunuz bunlar gibi olur” diye aklından geçirip geçirmediğini hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

Çok da sadra şifa olmayan bazı arşivlerin Cezayir’e gönderilmesinin ardından Macron, Fransa ve Cezayir’in tarihle barışmasını sağlamak amacıyla, Cezayir doğumlu Yahudi asıllı Benjamin Stora’yı “sömürgecilik ve Cezayir savaşı anısına Fransa’da kaydedilen ilerlemenin adil ve kesin bir envanterini çıkarmak üzere” görevlendirdi. Cezayir tarafı ise bu işle ilgili olarak “geçmiş silinemez ve unutulamaz” diyen ulusal arşiv müdürü Abdelmadjid Chikhi’yi görevlendirdi.

Cezayir hakkında geniş bir bilgi birikimi ve belgeye sahip olan Stora, gerçekten üstesinden gelinmesi oldukça zor bir görev üstlenmişti. Tarihçi çoğu zaman elinde bir sihirli değnek ile geçmişi değiştirivermek ister. Acizliktir aslında bu duygunun temelinde yatan şey. Hala canlı tanıkları yaşayan acımasız, ahlaksız ve utanmaz bir geçmişi nasıl kabullenilebilir hale getirebilirsiniz ki? Özür dilemenin dahi anlamsız olduğu bir yerde, eksik bir özür bile çok görülürken Stora ne yapabilirdi? 1966’lara kadar nükleer denemelerin yapıldığı Cezayir’de, bağımsızlık savaşında Fransızlar tarafından yapılan işkenceler bazı istihbarat teşkilatlarında ders olarak okutuldu. Bunlar daha sonraki yıllarda hiç de yabancı olmadığımız insanlar üzerinde kullanıldı.

Bir tarafta Cezayir’in Fransızlardan çalındığını iddia eden aktif Fransız marjinal gruplar, diğer tarafta utancın kokusunu atamamış Cezayirli kadınların yarası hala kanarken hafızayı temizlemek elbette ki mümkün değildi. Bütün bu girişimlerin samimiyetine inanılmış olunsaydı, her şeye rağmen geçmişe dair yaşanmışlıkları bir kenara bırakılarak geleceğe dair umutlar üzerinde konuşulabilirdi. Her iki tarafta da o kadar farklı insan figürleri ve beklentileri varken savaşın gerçek mağdurlarının gönüllerine su serpebilmek gerçekten çok zor. Onlar dün olduğu gibi bugün de bağırlarına taş basarak torunlarının güzel günleri için dua edecekler. Fransa bu süreçte Fransa’yı mı? Fransa’nın Cezayir’ini mi? yoksa Cezayir’i mi? Cezayir, Fransa’daki Cezayirlileri mi? Cezayir’in Cezayir’ini mi? Fransa’nın Cezayir’ini mi?  ikna edecek bilemiyorum.

Bütün bu zorlukların ve bilinmezliklerin içinde Stora 20 Ocak 2021’de yirmi iki maddeden oluşan yaklaşık 150 sayfalık raporunu E. Macron’a sundu. Yaşanmışlıkları ortaya koyup olabildiğince uzlaşmayı sağlayıcı bir “hafıza ve hakikat” komisyonu vurgusunun yapıldığı rapor genel itibariyle sorunların çözümünden ziyade belirli miktarda yaşanmışlıkların kabulüne dayanıyordu. Ortada hala sıcaklığını koruyan gerçekler var iken onları görmezden gelmek elbette ki mümkün değildi. Ancak bunların soğutulması adına yapılacak temel adımları atmak için de hiçbir engel yoktu.

Rapor; Evian anlaşması başta olmak üzere önemli günlerin anılması ve kutlamasına yönelik iki taraflı bir kabulün sağlanması, Emir Abdülkadir ve Ali Boumendjel gibi sembolik isimlerin saygıyla anılması, nükleer testler, insan katliamları ve Harkis’ler ile ilgili çalışmaların yapılması, sokak isimlerinde anıların yaşatılması, ortak araştırmaların yapılması ve teşvik edilmesi, komisyonların kurulması, yayınların karşılıklı olarak tercüme edilmesi, okul programlarında düzenlemeler yapılması, müze yapılması, sempozyumlar düzenlenmesi v.b hususlarda çalışmalar yapılmasına yönelik teklifleri içeriyordu.

Esasında rapor acizliğin ifadesiydi. Macron her ne kadar tarihçinin sihirli bir değnek kullanma ihtimalini düşünmüş olsa da tarihçi Stora bunun zaman alacak bir süreç olduğunun farkına varmıştı. Bu nedenle raporda devlet eliyle yapılacak şeylerin ötesinde halkların zaman içinde ortak bir kabule doğru gitmeleri arzu ediliyordu. Bu süreç devlet adamlarının dışında tarihçilerin ve halkın iradesi içinde gelişmeliydi. Arşivler zaman içinde değerlendirilmeli ve ortaya çıkan gerçekler devletler tarafından kabul edilmek suretiyle geleceğe yönelik daha sağlam ilişkiler kurulmalıydı. Bu nedenle Fransa hala hafızalarda kazılı olan anıların arşivlerdeki yansımalarını açıklamaktan korkmamalıdır.

“Cezayir halkına kötü muamele edildi, baskı uygulandı, hakları ihlal edildi. Bunlar iz bırakır. Ne yapalım? …Anlayış ve işbirliği yollarının izini sürmeye çalışıyoruz” diyen Macron, varoluş nedeni olmayan sloganlara dayanan kampanyalardan uzak kalınması gerektiğine vurgu yapıyordu. Amaç her ne kadar başta Akdeniz olmak üzere Fransa’nın bütün uluslararası politikasının daha sağlam bir zemine oturmasını başarmak olsa da bunun çelişkilerden uzak olmadığını herkes biliyordu.

Macron Ekim 2020’de Mureaux’da “İslami ayrılıkçılık”la ilgili yaptığı konuşmada Fransa’da yaşananların, sömürgeci geçmişten ve Cezayir’deki savaş travmalarından kaynaklandığını kabul etmişti. Akabinde 22 Aralık’ta da L’Express dergisine verdiği bir mülakatta muhabirinin “Beyaz adam olmanın bir ayrıcalık olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna, Macron “Bu bir gerçek. Onu biz seçmiyoruz, onu ben seçmedim. Ancak, toplumumuzda beyaz bir adam olmanın, Asyalı, siyah ya da Magripli bir erkek olmaya nazaran işe erişim, konut sahibi olma, iş bulma açısından daha kolay nesnel koşullar yarattığını söyleyebilirim… Bu bağlamda, beyaz bir adam olmak bir ayrıcalık olarak deneyimlenebilir” şeklinde cevap vermişti. Demek ki bir Fransız’ın doğal olarak bir Cezayirliden üstün ve ayrıcalıklı olmasından daha doğal bir şey yoktu.

Macron’un en büyük çıkmazı iç politikasında laik cumhuriyeti korumak adına oluşturmaya çalıştığı “ulusal kimlik” arayışındaki çelişkilerdir. Hali hazırda milyonlarca Cezayirlinin ikinci sınıf vatandaş olarak kabul edildiği bir ortamda Cezayir ile tarihsel ilişkilerin normalleştirilme gayreti elbette ki beklenen sonuçları ortaya çıkarmayacaktır. Fransa’nın sömürgeleriyle gerçekleştireceği yeni ilişki modelinin temelini kendi ülkesinde atması gerekiyor.

Tarihin not ettiği ruhsal bozuklukların psikiyatrik tedavisinin, öncelikle sömürgelere yönelik uygulanması sürecin bir diğer çıkmazıdır. Fransa kendisini de bu tedavi sürecinin bir parçası olarak görmeli ve danışan koltuğuna oturmalıdır. Zira doktor, Cezayir için geçmişte maruz kaldığı şiddetin travmasını, Fransa için ise şiddete yönelik eğilimlerin tedavisini aynı anda yapmalıdır. Hasta olan Cezayir değil Fransa’dır. Şayet Fransa tedavi olursa, Cezayir geçmişe dair acılarını unutmakta o denli tevazu sahibi olacaktır.

Bugün aslında sadece Fransa değil, Hollanda ve İngiltere başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi ruhlarındaki bu şiddet arzusunu tedavi etmeye çalışıyormuş gibi görünüyor. Zira Afrika ve Güneydoğu Asya kökenli yeni siyasi ve ekonomik yapılanmalarda bu bir gereklilik olarak kabul ediliyor. Sömürgelerde ve halk bazında bunlar ciddiye alınmak istenmesine rağmen, sömürgeci yine aynı sömürgeci aslında. Lakin bu defa sonuçları itibariyle farklı bir şey yaşanacaktır. Sömürgeci kendi vatandaşını sömürmekten başka çaresinin olmadığının farkına varacaktır. 1789’da devrimin kendi çocuklarını yemesi gibi, yakın bir gelecekte Fransa da sadece yabancıları değil aynı zamanda kendi vatandaşını kandırmaya ve sömürmeye başlayacaktır.

ERHAN

Sömürü arzusu aslında bütün insanlarda var olan bir duygudur. Günümüzde artan suni ihtiyaçların karşılanması , refah seviyesinin sürekli yükseltilme hedefinin gerçekleştirilmeye çalışılması , üstünlük sağlama, daha fazla sahip olma isteği ve en önemlisi Efendi olma vb itici güçler var olan arzuyu kamçılamaktadır. Ancak Mensubu bulunulan din , sahip olunan güç vb etkenler sömürünün , mustazaflara yapılan haksızlığın boyutunu tayin etmektedir. Yakın zamanda Ebu Gureyb'den yansıyan fotoğraflar, Irak, Suriye ve Yemen'deki mevcut durum ,Libya'da bulunan toplu mezarlar (üstelik aynı dine? mensup insanlar tarafından) arşivlerde kalan zulümlerden pek de az değil. Gücü elde Doğulular , Sömürgeci Obur Batılılardan zulüm ve adaletsizlik konusunda geri kalmıyorlar. Hatta bazen inandıkları TANRI ? adına ''tekbir'' ide ihmal etmeden zulümlerini devam ettiriyorlar maalesef. Fransa - Cezayir bağlamında zulmün tarihsel boyutunun, Cezayir toplumunun yaşadığı travmanın ve en önemlisi günümüz Cezayir yönetiminin tepkisinin ele alınması takdire şayan bir çalışmadır. Bu arada yakın geçmişte Cezayir'de seçilenlerin başına gelenler unutulmadı

Ct, 02/13/2021 - 23:22 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 299 kez görüntülendi. 2 yorum yapıldı.