Türkler Ortadoğu coğrafyasına ayak bastıkları ve buraları kendilerine vatan edinmeye karar verdikleri günden beri başları belalardan ve komplolardan eksik olmamıştır. 1916 Sykes-Picot ve 1920 Sevr Anlaşmalarının amacı hep Türkleri Ortadoğu coğrafyasından atmak ya da en azından dar ve denizsiz bir çember içinde tutmak olmuştur. Osmanlı daha dağılmadan bile Misak-ı Milli sınırlarına razı olan Türkler, Osmanlının dağılmasından sonra misaktan bazı tavizler vererek Türkiye Cumhuriyeti’ni kurabilmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti bu badirelerle 20. Asrı kapatırken, 21. Asırda başka komplolarla yüzleşmeye başlamıştır. PKK terör örgütünün dış mihraklarca desteklenmesi, Irak’ın kuzeyinde adı konulmamış bir Kürt oluşumunun yapılandırılması, Suriye’nin karıştırılması, ABD ve Rusya’nin birlikte desteklediği ve Akdeniz’e uzanabilecek kadar bir Kürt koridorunun açılmaya çalışılması bunların başında gelir.
Fethullahçı terör örgütünün TSK’nın içine sızarak darbeye kalkışmasının başarısız olmasından sonra önümüzdeki sis perdesi yavaş yavaş aralanmaya ve adını ‘stratejik ortak’! koyduğumuz ABD’nin konumunu daha iyi anlamaya başladık. Hükümete yakın kaynaklar ve bir çok güvenilir yorumcular bu kalkışmadan ABD’nin haberdar olduğunu söylemektedir. Nitekim Fethullah Gülen’i teslim etmekte ayak sürtmesi de bunu telmih ediyor.
Sözde bu stratejik ortağımız Suriye’de terör örgütü olarak kabul ettiğimiz PYD’yı desteklemekle kalmayarak Kuzey Irak bölgesinde de bazı tehlikeli adımlar attığını görüyoruz. Türkiye’de tam darbe kalkışmasının olduğu sıralarda Erbil’de ABD’li asker ve sivillerden oluşan bir heyet, Kuzey Irak Kürt Yönetimi Başkanı Barzani ile görüşerek ve uluslararası anlaşmalara aykırı bir şekilde siyasi ve askeri bir anlaşma imzalamıştır. Böylece ABD ilk defa olarak Bağdat Yönetimini atlayarak doğrudan yerel olan Kürt Yönetimi ile bir anlaşma imzalıyor. 19 Temmuz 2016 günün (yani darbe kalkışmasından 4 gün sonra) imzalanan bu anlaşmayı Kürt tarafından bölgenin İçişleri Bakanı, ABD tarafından ise Savunma Bakan Yardımcısı imzalamıştır. 10 yıl geçeli olacak bu anlaşmaya göre Musul’u DAEŞ’ten kurtarma operasyonu sırasında Peşmerge Kuvvetleri ABD’den özel destek görecek ve Peşmergelerin maaşları ABD tarafından ödenecektir. Peşmerge kuvvetleri en yeni ve ağır silahlarla teçhiz edilecektir. Kuzey Irak Kürt Hükümetine 450 Milyon Dolar destek niteliğinde mali bir kaynak tahsis edilecektir. En önemlisi, Kuzey Irak’ın Erbil, Duhok, Harir, Sincar ve Atruş şehirlerinde birer ABD askeri üssü kurulacaktır.
İki husus göze çarpmaktadır. 2003 yılından bu yana ABD yetkilileri Iraklı Kürt yetkilileri ile birçok defa bir araya gelmişler ve görüşmeler yapmışlardır. Ama doğrudan Kürt yönetimi ile siyasi ve askeri içerikli bir anlaşma ilk defa imzalanmaktadır. Bu indi tasarruf hem uluslararası anlaşmalara aykırı hem de Bağdat Yönetimini ciddi manada endişelendirir. Nitekim İbadi Hükümeti bu konudaki rahatsızlığını bildirmiştir. İkincisi ise Irak merkezi hükümetinin iradesi dışında hiç bir devlet Irak’ın bir şehrine üs kurma yetkisine sahip olmamakla beraber, bu beş şehrin üçü Kürdistan denilen bölgenin dışındadır. Doğrusu insanın aklına gelmiyor değil: Acaba bu üsler İncirlik’in kapanması durumunda bir alternatif oluşturmak için mi? Anlaşmanın 10 yıl olması, DAEŞ’in Irak topraklarında 10 yıl daha kalacağını mı gösteriyor? Yoksa bu üsler tamamen bu amaçların dışında Ortadoğu’yu daha iyi kontrol etmek ya da karıştırmak için mi kurulacaktır? Ve daha nice sorular...
Cumhurbaşkanımızın Putin’le görüşmek üzere Rusya’ya gitmesi çok önemli bir adımdır. Ortadoğu’nun belalı başında kara bulutların dolaştığı ayan beyan ortadadır. Bu ziyaret sadece Rus turistlerin gelmesi ya da Rusya’ya domates ihraç etme konularına münhasır kalmayacaktır elbet. Belli ki batı emperyalizmi 21. Asırda Ortadoğu için yeni senaryolar kurmuştur. Türkiye içte olduğu kadar dıştaki oyunlara da dikkat etmeli ve bu oyunları bozacak stratejiler geliştirmelidir. Rusya ile kuracağımız yeni ilişkiler çok kapsamlı olmalıdır.