DIŞ POLİTİKA
Irak Türkmenleri Tehlikede mi?
Bugün (15 Ağustos) kabine açıklandı. Sadece beş bakanın adı açıklanırken Ticaret Bakanlığı için başka bir isim önerildi; ancak parlamentonun 236 üyesinden sadece 90’ı evet oyu verildi. Yani Türkmenlere bakanlık verilmedi. Bunun üzerine Türkmen vekiller kürsüye yürüyerek toplu yemin törenini aksatmaya çalıştılar ama netice alamadılar. Türk basının gündemi bu kadar yoğunken, bu habere yere verilmemesi normal karşılanabilir. Ama bir önceki ¨Yangından Mal Kaçıranlar¨ isimli yazımızda da ifade ettiğimiz gibi Irak’ta büyük oyunlar oynanıyor. Bu oyunlar sonucunda Türkiye ve Türkmenler zarar edeceklerdir. Nitekim önümüzde üç önemli gelişmeden Türkmenler ve Türkiye zararlı çıkacaktır.
Esnek Taşeron DAEŞ
İstanbul’daki son olayın faillerinin Rus uyruklu olması zaten, yukardan beri anlatageldiğim üzere DAEŞ’in karmaşık yapısının basit bir göstergesi. Rusya ile Türkiye’nin tam yumuşama sinyallerini verdiği bir zamanda, Rus vatandaşı olan kişilerle DAEŞ’in verdiği mesaj ne ola ki ?!! Belli ki Brexit sonrası dönemde DAEŞ’in de stratejileri ve yeni işbirlikleri bakımından bazı değişiklikler yaşaması kaçınılmaz gözüküyor. 19 ve 20. Yüzyılın, üzerinden güneş batmayan imparatorluğu olan İngiltere’nın AB’den çıkışının basit sonuçları olmayacağı da açık.
Elveda Küresellik Merhaba Milliyetçilik
II Dünya Savaşı’ndan sonra dünyaya hoş, şirin ve insancıl görünmek için hümanist düşünceleri daha çok sol ve hatta Komünist kesim savunurdu; Sosyalistler hem milliyetçiliği hem de dini birleştirici değil, insancılığa ters ve ayrıştırıcı birer değer olarak görürdü. Onun için Sovyetler Birliği bu iki kavramı yasaklar listesinin başına yerleştirmişti. Aslında o tarihlerdeki hümanizm, son zamanlarda dilimize doladığımız küreselleşmeden başka bir şey değildi. Ama Sovyetler çöktükten sonra küreselleşmeyi Kapitalizmin ürünü olarak gördük. Çünkü mal ve sermayenin serbest dolaşımı ancak bu yolla olabiliyordu. Komünizm, 20. asırda hümanizmi dünyaya yutturamazken, Sovyetlerin çökmesinden sonra Kapitalizm de 21. Asırda dünyaya küreselleşmeyi yutturamadı.
Sykes-Picot Ruhu
Kürtler açısından çıkarılacak ders ise, bölgede çıkarları olan büyük devletlerle gözü kapalı ve bölgede iç içe yaşamak zorunda oldukları Türkiye’yi dışlayan oportünist, kısa vadeli pragmatist bir işbirliği taktiği geliştirmiş olmalarıdır. Kısa vadeli pragmatist bir yaklaşımdır, çünkü uzun vadede İran, ABD, Rusya ve Esed rejimi ile bir torbaya girmenin muhtemel sonuçlarının öngörülmediği apaçıktır. Oportünist bir taktiktir, konjonktürel fırsatlar alelacele bir stratejiye bağlanmadan uygulanmaktadır. Sykes-Picot anlaşması, elbette dönemin bütün anlaşmalarından önemli değildir. Ama Sykes-Picot ruhu, hem Türkiye hem Kürtler açısından doğru okunmadıkça Ortadoğu’da bu akraba halkların bir arada yaşayacağı huzurlu bir ortam oluşmaz.
2. Dünya Savaşı Sonrası Bölgemizdeki İttifaklar
Bölgemizde birinci dünya savaşının ardından yeni bir harita çizildi. İkinci dünya savaşından sonra ise ABD ve SSCB’nin baş aktörlerini oluşturduğu yeni bir düzen kuruldu. Bu yeni düzen, bu iki kutubun oluşturduğu ittifakların bölge için de kurguladığı yeni senaryoların sancılarını da beraberinde getirdi. Bu kurgular, iki süper gücün kendi nüfuz alanlarını genişletirken rakibininkini sınırlamaya dayanıyordu. SSCB’nin Ortadoğu’ya ve Türkiye’ye komşu bir coğrafyada yer alması, ABD’yi bölgeye yönelik stratejilerinde daha hassas kılmış, bu potansiyel tehlikeyi frenleme başlıca kaygısı olmuştu.
Türkiye-AB Zirvesinin Almanya’ya Yansımaları
Önemli isimleri aşırı sağ oluşum Pegida menşeli olan AFD’ nin mazisi henüz 3 yıla dayanmasına rağmen, ilk seçimlerinde baraj sorunu yaşamadan meclise kolayca girebilmesinde, Müslüman mülteciler üzerinden islamofobi ve korku siyaseti yürütmeleri ana rolü oynamıştır. Ayrıca Türkiye’ nin AB ile müzakerelerini tekrar başlatması hususu da Alman siyasetini büyük ölçüde etkilemiştir. ARD ve ZDF gibi devlet kanallarındaki en önemli siyaset tartışma proğramlarındaki moderatörlerin (Frank Plasberg,Maybrit İllner ve Anne Will) Türkiye’ nin mülteci sorununa katkılarını, Merkel’ i destekler mahiyette olmasa dahi tarafsızca sundukları söylenemez. Moderatörlük deneyimi olan biri olarak, yukarda belirtilen proğramlarda Türkiye’nin önemini ve mülteciler sorunundaki katkılarını dile getirmek isteyen konuklara ustaca engel olunduğuna da süreç boyunca tanıklık ettik.
Suriye'den Geri Çekilme Kararı Rusya'da Nasıl Algılandı?
Rusya için Suriye’nin bataklık haline gelmesi ihtimali gittikçe artıyordu. Bir yandan muhalifler ve Esad’ın Cenevre’de müzakere yapması için baskı yapan Moskova, diğer yandan Esad cephesinden gelen, “Barış veya ateşkes sözkonusu olamaz, bütün Suriye toprakları geri alınana kadar savaşa devam edeceğiz” açıklaması ile şaşkına dönüyordu. Bu açıklama Rusya’nın Suriye’de arzuladığı “zafer” algısı ile uyuşmuyordu. Esad’dan beklenen yürütülen müzakere sürecinde gerekli tavizleri vermesi ve muhaliflerle bir şekilde anlaşmasıydı. Oysa Esad, bu açıklaması ile, Rusya’yı uzun yıllar sürecek bir savaşın içinde tutmak istediğini açıkça ifade etmiş oluyordu.
İran'ın Kurgulanmış Din Dili
İran’ın iç ve dış politikada kullandığı din dili sadece politik ihtiyaçlardan kaynaklanan ve amaca göre geliştirilmiş bir argüman olarak görülmemelidir. Bu dil, sebep ve sonuçlarıyla tarihi, sosyolojik, ekonomik, psikolojik ve elbette teolojik niteliklere de sahiptir. Bu dil tarih içinde oluşturulmuş bir dil olduğu kadar, bu dili oluşturan sanat, ilim ve fikir adamları ile ruhaniler üzerinde çok güçlü belirleyici etkilere sahiptir. Yani kendisini kuran ve şekillendirenleri de şekillendirmektedir. Bu dil, bütün özellikleriyle süreç içinde hâkim karakteri aynı olmakla birlikte değişmeye, “her duruma göre değişmeye, yeniden biçimlenmeye, aktive olmaya” elverişli bir dildir. Gücü de, zaafı da buradadır. İran’ın din dili, şüphesiz genel çizgileriyle İslam dinine ve “Caferi” mezhebine dayanmakta, meşruiyetini bu mezheple kazanmaktadır.
Rusya’nın ve ABD’nin Suriye’deki Satranç Oyunu
Gölge yönetimlerin domino ettiği bölge ülkeleri, her dönemde bir süper gücün dümenine girmişlerdir. Dolayısıyla Orta Doğu için yakın gelecekte bağımsız ve demokratik bir yönetim kadrosu öngöremiyorsak bile, bölgeye daha az zararı dokunacak yönetimler lehine tavır alma ahlakına sahip olmalıyız. Bu noktada Putin yönetimi, olabilecek en yanlış tercihe yönelmiş ve tartışmasız kanlı bir diktatör olan Esed’in safında yer almıştır, buna cesaret ederken de önceki vukuatları karşısında, özelde AB(D)’nin genelde de dünyanın kayıtsızlığından ilham almıştır. Kısaca, Rusya’nın Suriye özelinde kurduğu iktidar, onu bölgede muktedir kılacak mı bilinmez, lakin İngiltere’nin ABD eliyle bölgede kurduğu düzenin (1916-Sykes Picot) 100. yılına girmişken, küresel güçlerin hegemonyalarını tahkim etmek adına bölgenin yapısını tekrar belirledikleri bir vakıadır.
Sayfalama
- Önceki sayfa
- Sayfa 4
- Sonraki sayfa