İnsan kültürel yani aynı zamanda tarihsel bir varlıktır. Onu istisna kılan düşünme yetisinin gelişimine bağlı olarak, insan bilinci de her aşamada daha üst bir yetkinlik aşamasına geçiş yapmıştır. Bilincin gelişimi, insanın hem kendini ve doğayı tanımasını ve hem de ortak bir kültür ve medeniyet oluşturmasını sağlamıştır. Genel anlamda kültür, dar anlamda “değer” alanları da kapsayan bir kavramdır. Değer kavramı denilince akla ilkin “ahlak” gelecektir.
O halde nedir ahlak?
Ahlak, Arapça "hulk"(huy) kelimesinin çoğulu olup huylar, seciyeler anlamına gelir. İngilizcede moral, morality bu anlamda kullanılır ve bu alanı konu edinen Ahlak felsefesine etik denir. Yanlış ve doğrular hakkında benimsenen inanç, kabul ve ilkelerdir. Aydınlanma dönemine kadar iyi ve doğru bir yaşamın temelini teşkil eden ilke ve inançların temeli ve referans noktasını dinler yerine getirmiştir. Aydınlanma dönemiyle birlikte ahlakın referans noktası ve tanımı farklı boyutlar kazanmıştır.
Meseleye daha çok günlük/ortalama bilinç ve günlük pratikler üzerinden bakıp, ardından felsefi zeminde düşünmek için aydınlanma dönemi ahlak öğretilerine kısaca değinelim.
Ahlak, özellikle son dönemlerde sıkça dile getirilen ve arzulanan bir kavram. Bir şey sıkça gündeme geliyorsa, o şeyin eksikliği çekiliyordur. Günlük ilişkilerde, kamusal alanda, bürokratik ve politik alanda kısaca yaşamın her alanında “ahlakın” özlemi dile getirilir oldu. Bu özlemin yahut bu yoksunluğu sebeplerini aramak ve tespit etmek apayrı bir araştırma konusu olmakla beraber, ahlakın niteliği, inşası ve referans nokrası olarak, belli tespit ve sorularla anlamaya çalışalım :
- Ahlaki davranış nedir, ya da hangi davranış ahlakidir?
- Ahlakın referans noktası daha üst bir irade, güç ya da tanrısal bir buyruk mu?
- Bir şeyin emir olması, o şeyi ahlaki yapar mı?
- Bir şeyin ahlaki olması için hangi ön şartlar gereklidir?
gibi temel sorular üzerinde düşünürken, günlük yaşamda yakındığımız bazı tespitleri bu sorular üzerinden de düşünelim.
Bu noktada insanlık tarihinin düşünsel serüveni içinde ahlaki temellendirmenin kırılma hatlarını gündeme taşırken, Alman Filozofu Immanuel Kant’ ı özellikle düşünmek gerekecektir. Çünkü ahlakı tanımlarken ve ahlakın inşası ile ilgili ilkeler ortaya koyarken ana kırılma noktası ya da eksen değiştirme hattının Kant olduğu görülecektir.
Kant’a kadar olan tüm ahlak anlayışlarının temel önermesi, özne olarak insanın ötesinde, insandan bağımsız bir “iyi” var; insanlar bu iyiyi keşfedip ahlaka dair ilke yasalarını bu iyiye göre düzenlerler. Ahlak denilen şey bu ilke ve kurallara uymaktır, şeklinde tanımlanıyordu. Ahlaki davranış, bu kurallara uyup uymamakla belirlenir. Kant bu anlayışı kabullenmeyip, kendi ahlaki kuramını geliştirmiştir. Kant, şimdiye kadar özne nesnelerin etrafında döndü, oysa belirlenim objeler üzerinden değil, özne üzerinden yapılmalıdır, düşüncesinden hareket etti. Kant burada Kopernikçi anlamda bir devrimin inşasını sağlamıştır. (yer merkezli evren anlayışından, güneş merkezli evren anlayışına geçiş) Belirlenimin ekseni, objeden özneye dönüştürerek, bir açıdan geleneksel tüm anlayışları alt üst etmektedir. Felsefi eksen değişimiyle birlikte ahlak anlayışı da değişecektir. İyi olan şey, nesnenin kendisini dayatması ile değil; kendimizin dayattığı bir tasarımdır. Bunu üreten mekanizma ise, dışsal unsurlar değil, aklın kendisidir.
Daha yalın bir anlatımla, yasa/ilke/kural iyiye göre kendisini kurmaz, iyi zaten yasanın belirlediği şeydir. Kritik olan nokta, akıl bunu üretebilecek mi? Aklın bunu üretebilmesi için belli şartların yerinde olması gerekir. Kant burada ahlaki yasa ile dışsal etkenleri (buyruk/emir vs) birbirine karıştırmamak gerektiğine vurgu yapar ve dış (kültürel/inançsal) unsulara bağlı oluşturulan kurallara uymayı ahlakilik olarak tanımlamaz. Her kültürel buyruk tarihsel bir fenomen olduğu gibi tüm insanlığı kuşatan ilke özellikleri göstermeyebilir. Çünkü ahlakiliğin ön şartı “özgürlüktür.” Senin dışında bir nedenden ötürü ve senin dışında oluşturulan kurala zorla uyuyorsan ve bu kural senin kabul alanına girmiyorsa ya da bu kuralı apriori olarak kendin koymuyorsan ahlaki biri değilsin; çünkü özgür değilsin. Ahlakiliği mümkün kılan şey özgürlüktür. Kant bunu tesis etmek için (apriori sentez) insan zihninde (dışsal hüküm, emir/talimat içermeyen, nesneden azade) boş bir form olarak bulunmasını gerektiğini söyler ve bunu (kategorik imperatif=kesin buyruk) olarak tanımlar. Kendi kendine koyduğun buyruk tipidir. Bu temelde bir isteme edimidir. İsteme, dış nesnelere uygulanmayacağı anlamına gelmez, dış nesnelerin kriteri olarak önceden oluşturulan formdur. Nesneye bağlı olan oluşturulan her ahlaki yasa, özgülüğü kısıtlar.
Doğanın düzeni varoluşu gereği kendi iç düzenlemesine tabi durumdadır ve bu düzenleme nedensellik üzerinde, yani zorunlu olarak kuruludur. Zorunluluğa tabi olan ilkelere müdahale edilemeyeceği gibi, zorunlu olan ilkeler üzerinden iradeye bağlı ahlak inşa edilemez. Bir şeyin ahlaki ilke olabilmesi için öncelikle, tercihte bulunma, yani özgürlüğün olması gerekir. Özetle, bir davranışın ahlaki olması için doğal ve yapay zorunluluk dışında içsel bir tercihle yapılması gerekir.
Kant’ın da yapmaya çalıştığı şey, dışsal zorunluluk ve nedenselliğin ötesinde, mekândan, tarihten toplumdan ve kültürden bağımsız olarak her insanın eylemlerini altında sığınabileceği genel bir çerçeve ilke bulmak. Dikkat edilirse Kant’ın ortaya koymaya çalıştığı ahlakın kökeninde çıkar duygusu ve diğer psikolojik/sosyal duygular olmadığı gibi, empatik düşünmeye bağlı ahlaki belirlenim de bulunmaz.
Bu felsefi çözümlemelerden sonra yeniden düşünmek gerekir. Kant’ın ahlakı oluşturmada zihnin apriori(akli/deneyimden bağımsız) kategorisi olarak (belki keşif) belirlediği kategorik imperatif, belki belli bir zihin ve üst düzey kavramsal düşünme eşiğinde olanlar için mümkün olabilecek, ancak mevcut idrak düzeyi olarak genel kamuoyu için bu düzeyde bir ahlakı oluşturma ütopya olarak görülecektir. Kant burada ahlak konusunda yüksek bir çıta belirlemiş; en azından neyin ahlak olmadığı, olamayacağı hususlarında bir düşünme ve sorgulama fırsatı sağlamıştır. Örneğin, ahlakın nesneden bağımsız, dış unsurlara bağlı emir komuta üzerinden yürümeyen, kişilerin öznel tercihleri dışında, esas itibariyle insanlar arasındaki ilişkilerden doğan ve referans noktasının akıl ve evrensel ilkelere yaslandığını fark etmek bile, ahlaka dair yanılgılarımızı fark ettirip, ayağı yere basan, sahici bir ahlak geliştirmemize katkı sağlayacaktır.
Hani toplumda hep şaşakaldığımız, sürekli hayal kırıklıklarına ve birçok travmalara neden olan olaylar vardır. Kişi, dürüst ve ahlaklı olmayı özellikle öğütleyen bir inanç yapısına sahip olmasına rağmen, eylem ve davranışlarıyla bunun tam tersini yapabilmektedir. İnsanlar ahlaklı olmayı neden beceremezler, neden (istisnalar olsa da) özellikle ahlakçı mefkûreler üzerine bir yaşam dizayn etmeye çalışan kişilerde, en sıradan bir ahlaki/vicdani eylemi dahi görememekteyiz? İyi düşünüldüğünde ahlaka dair öncüllerimizin ya da ahlakın özüne dair yargılarımızın temelden problemli olduğunu fark edeceğiz.
En azından ahlakın mümkün olabilmesi için özgürlüğün şart olduğunu, özgürlüğün olmadığı, tahakküm ve zorbalığın olduğu yerlerde ahlakın olamayacağını, zorlamayla olan şeyin zoraki bir emri getirmek olduğunu, emir komutayla ahlakın olmayacağını, her zorlamanın bireyleri kişiliksizleştireceğini, dolayısıyla toplumsal bütünlük, güven ve dayanışmanın yok olacağını, beraberinde toplumsal çürümenin başlayacağını anladığımız takdirde, birbirine güvenen, kendi içinde barışık, bireysel farklılıklarla beraber sosyal duyarlılıkların geliştirilmesini sağlayacak bir ahlaki yapı oluşturmak için, ne yapılması gerektiği düşünülüp, çözüm yolları bulunacaktır.
Son olarak Kant’ın ahlaka dair o meşhur sözüyle noktayı koyalım.
“Öyle bir eyle ki, eyleminin temelindeki ilke tüm insanlar için geçerli olan evrensel İlke veya yasa olsun. İnsanlığı kendinde ve başkalarında bir araç değil de her zaman bir amaç olarak görecek şekilde davran. Öyle bir eyle ki, iraden kendisini herkes için geçerli olan kurallar koyan bir yasa koyucu olarak hissetsin.”
Hiç bu kadar açık ve…
Hiç bu kadar açık ve anlaşılır ifade edlimemisti. Kalemine sağlık hocam.
Bu makaleyi yazmadan önce…
Bu makaleyi yazmadan önce çok fazla kitap, makale okunduğu anlaşılıyor. Hem akademik bir içeriği var hem de herkesin anlayabileceği bir akıcılıkta yazılmış. Çok teşekkürler...
Tebrikler Üstadım eline…
Tebrikler Üstadım eline gönlüne sağlık
Yeni yorum ekle