Özellikle sosyal medyada fragmanlar olarak yayınlanan, kamuoyunda fazlaca gündeme gelen ve sonrasısında merak edip izlediğim Gassal dizisini etkileyici buldum.
Dizi hemen hemen tüm insanımızın özellikle modernleşme serüveninin son elli yılında, şehirleşme/göç dalgası, yani teknolojiyle birlikte kültür, üretim ve yönetim biçiminin hızlıca değişimine bağlı olarak gündeme gelen arabesk kültürünün içinde doğan, büyüyen ve kimlik oluşturmaya çalışan kavruk bir neslin ortak/benzer hikayesini hatırlattı.
Yani demem o ki, bizim ve bizden sonraki nesillerin (kuşak/kültürel çatışma, sosyal/kültürel öykünme, gelir dağılımı ve sosyal statü eşitsizliği, imkan ve fırsat eşitsizliği, örgün eğitimin kapsayıcı olamaması ve nitelik düşüklüğü, politik kutuplaşma ve poltik kulvarın insana dönük siyaset üretme yerine yönetim erkini eline tutma ile akabinde gelen teknoloji çağı gibi nedenlerle) paradigma değişimine bağlı olarak oluşan boşluğun/aksın sağlıklı yönetilememesi nedeniyle (müstesna azınlık dışında) travmaya maruz kalmasıdır esas mesele…
Tekil olarak her aile üyesinin muhatap olduğu bir travma.
Bakıldığında "travma", esas itibariyle hamililelik süreciyle başlayan sürecin ve çocukluk döneminin istenilen şekilde gitmemesiyle başlayan bir süreç.
Muhatap olunan olumsuz aile yapısı, anne/baba figürleri ve bunların sergiledikleri davranışlar, daha da öncesinde bir soy özelliğinin aktarımı olarak genetik form ve bu formun formal/informal çevreyle olumlu/olumsuz etkileşimi, kontrol edilemeyen rastlatısal kazalar, içinde bulunulan sosyolojik yapının kültürel ve politik niteliği kişinin gelişimine, bir kişilik ve kimlik kazanmasına doğrudan etki ederler.
Baştan da söylediğimiz gibi, bu ölçüler ekseninde bakıldığında, köy/kent arasında sıkışan, belli bir yetkinliğe ermeden çevre baskısıyla oluşturulan aileler, bu oluşumların sonucu doğan ve büyüme aşamasına geçen çocukların uyumsuzluk ve krizlere maruz kalmaları, örgün eğitim kurumlarının dezavantajlı pozizyonda olan çocuklara imkan ve fırsat eşitliğini tam sağlayamamasının yanında; psiko-sosyal ve duygusal yönlerden profosyonelce yardımda bulunamama, kısaca bireyin kendi varoluşuna gerçekleştirememesi sonucunda bireyler daha işin başında travmayla muhatap olmaktadırlar.
Travma, yara, yaralanma ve şok anlamına gelir. Fiziksel, ruhsal ve sosyal durumu olumsuz etkileyen, buna maruz kalan kişiyi tehdit edici bir olaya veya olaylara karşı oluşan tepkidir. Bu olaylar dizisi kişinin iradesi dışında gerçekleşir. Travma, kişide fiziksel olarak olabileceği gibi, duygusal yönden yani psikolojik olarak da gündeme gelebilir. Her durumda travmalar kişide acıların yaşanmasına ve asıl önemlisi kısa ve uzun vadede bir çok piskolojik hastalığın ortaya çıkmasının zeminini hazırlar. Bu hastalıklar düşük dozda növrotik hastalıklar olabileceği gibi, daha yüksek ve etkisi sürekli olan psikozların oluşmasına neden olurlar.
Problemli ebeveyn, problemli yakınlar, problemli çevre, problemli ve sürekli değişen kültürel yapı, problemli politik kulvar ve ilişkiler, problemli eğitim süreçleri, yetersiz eğitim ortamları ve problemli bürokratik yapı içerisinde, varolmaya çalışan kişilerin sağlıklı kişilik ve kimlik inşa etmeleri ne kadar mümkün?
Psikanalitik tedavide kabaca, bireyin bilinçaltına bastırılmış dürtü, düşünce ve özellikle bireyin çocukluk devrsinde maruz kaldığı olumsuz yaşantıların tedavisini bir sağaltım, kendini açma yöntemiyle tedavi etmeyi esas alır. Seanslarla yapılan bu tedavide hastanın aklından geçenleri anlatması istenir ve bazı yorumlar dışında müdahale yapılmaz. Bilinçaltında çözüme kavuşmamış dürtülerin, düşüncelerin, travmaya neden olan yaşantıların açığa çıkartılmasıyla hastalığın rehabilite edilmesi sağlanır. Kanımca burada yeniden diriltilen, hatırlanması sağlanan geçmiş yaşantılar belli yöntemlerle işlevsiz hale getirilmeye çalışılır. Eğer travmaya neden olan geçmiş yaşantılar sadece bilince getirilip, orada bırakılırsa tedavi yapılmış sayılmaz.
İşte bu noktada mevzumuz olan “Gassal” dizisi ve hatta gündemde olan benzer diziler üzerinde düşünmek gerekecek. Zira seyircilerin bir özdeşleşlik bulduğu bu tür senaryo çalışmaları, aynı zamanda toplumun/bireylerin bir sonraki zaman dilimlerinde nasıl bir zihin yapısı ve yaşam biçimine sahip, yani yaşamla nasıl bir irtibat(iyimser/kötümser) içinde olacağını dolaylı olarak etkileyecektir.
Bu minvalde son yıllarda gösterime sunulan dizilenin konu ve senaryolar dikkat çekecek düzeyde ilgi görmeye başladı. Seçilen senaryo, sinema tekniğinin ustaca kullanılması izleyicileri öylesine etkilemeyi başardı ki, beraberinde tartışmaları da gündeme getirdi. İşin içine oyunculuğun ustaca girmesiyle birlikte normalin çok çok üstünde bir izlenme sayısına ulaştı. Özellikle “Gassal” dizisi kamoyunun gündemine birden oturdu. Dizide dikkat çeken şey ise tercih edilen türün, dram ve trajedi karışımı olması.
Dizinin müziği, dizinin türüne uyumlu, duyguları harekete geçiren, arabesk diye tanımlanan modern bir ağıt. Dizinin etki gücü, daha doğrusu filimlerin etki gücü, seçilen müziğin yapıtla uyumlu olmasıyla doğrudan alakalı olunca, izleyicilerin geri bildirimlerinde de anlaşılacağı üzere, söz konusu dizi bu etki ve bütünlüğü yakalamış bulunmakta.
Dikkat çeken bir rastlantı(tevafuk) ise, dizi müziği olarak seçilen “içim yanar” şarkısının dün vefat eden ülkenin en önde gelen birkaç arabesk sanatçılarından biri olan Ferdi Tayfur’a ait olması. (Mekanı Cennet Olsun)
Diziyi izleyenler, diziden çok etkilendiklerini, bu etkinin kendilerini olumsuz düşüncelere sevk ettiğini özellikle belirttiler. Diziyi bir çırpıda izlememin akşamında bende de olumsuz duygular belirdi. Senaryo, dizi kahramanlarının yüklendikleri rol ve kurgulanan olaylar düzeneği, diziyi izleyenlere ayna tuttu. Sanki bilinçaltına itilen yaşanmışlıkları, alınan hatalı/hatasız kararları ya da mahkum olunduğu zannedilen yaşam koridolarına sevk eden nedenleri gözden geçirme imkanı verdi.
Bu düşünme serüveni içersinde bir şey fark ettim: Senaryo hem karamsarlığa neden oluyor, hem kaderciliği yani çaresiz bir kabullenmeye ve hem de yaşamın hiç anlamı olmadığı üzerine “nihilist” bir düşünceye zemin hazırlıyor. Aklıma üstü gömülen travmalar geldi. Travmalara mahkûm edilenlerin sağlıklı düşünmesi ve müreffeh/mutlu bir yaşam sürmesi elbette zor. Bunların profosyonelce ya da doğal ortamlar içerisinde üst düzey kapsayıcı politikalarla tedavi edilmesi gerekir. Bir sanat olarak sinemada yapımcıların konu/tür/tema olarak seçtiği içerikleri profesyonelce işlemesi, içerik konusu olan travmaların rehabilitesine katkı mı sağlıyor; yoksa travmalar (bir yaranın kaşınması gibi) yeniden gündeme getirilerek, yeni travmalara kapı mı aralıyorlar ikileminde kaldım...
Yayınlandığı dönemde benim de bir süre takip ettiğim "Kurtlar Vadisi" dizisi aklıma geldi... Dizi sosyopolitik bir çok konuyu güzel bir yapımla ele alırken, senaryo ve kurguda duygulara hitap eden diyaloglar, sonraki dönemlerde kendini gerçekleştiremeyen ergenlerin yasa tanımaz jargonları haline geldi. Bu önemli bir travma. Hukuk sisteminde hakkın/hukukun, devlet güvencesi altında olduğu, hak aramanın hukuk içerisinde gerçekleştiği bir ülke tasavvuru yerine, kendi vehmettiği sözde güç sayesinde hak aramaya yönelen ve devletine güvenmeyen, ilkel davranışlara özenenlerin belirleyici olmaya çalıştığı bir ülke olduk. Bu istenilen bir durum değildi elbette.
Yaşamla irtibat halinde olmak, yaşamı ve elbette kendini heyecanla inşa etmek için öncelikle yaşamın anlamsızlığı vurgusunu sürekli yapmamak gerekir. Yaşam heyecanını yitiren toplumların mutlu/huzurlu/müreffeh olma imkanları olamayacağı için, kendi aralarında huzurlu, güven içinde ve barışık ilişkiler ağı oluşturma, yani daha genel anlamda üst düzey medeniyet üretme imkanları yoktur. Meseleye bu açıdan da bakmak gerekecektir. Sürekli ölümü önceleyip yaşamla bağın koparılması, kişilik geliştiremeyip, nesne haline gelen bireyler üzerinden avanta/çıkar devşiren yapıların istediği bir haldir.
Söz konusu dizinin psikolojik arka planı oldukça güçlü gözükmekte. Harika bir senaryo ve oyunculuk sergilenmiş. Lakin toplumumuzun ön yaşantılarına ve şimdiye bağlı oluşan travmaların (duygu durumlarının) rehabilitesine/iyileşmesine bir katkı sağlamayacaksa, bir sanatın icrası adına toplumsal travmalara ayna tutmak, yeni travmalara kapı aralayacaktır. Bir sanatın icrası, gündeme getirdiği sorunların çözümüne de katkı sağlaması ve yapımların bu içerikleri de kapsaması gerekmektedir. Bunun usta psikolog/psikiyatrlarca değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum.
Yeni yorum ekle