Platon devlet isimli kitabında Gyges’in öyküsünü anlatır.
“Gyges, Lydia kralının hizmetinde bir çobanmış, günün birinde bir sağanak ve bir deprem yüzünden yer çatlamış, hayvanların otladığı yerde derin bir yarık açılmış. Bunu görünce, şaşakalan çoban, yarığın içine inmiş ve orada görülmedik birçok güzel şeyler arasında, içi oyuk, üstü delik deşik, tunçtan bir at görmüş. Eğilip içine bakmış atın, insan boyundan büyük bir ölü görmüş; ölünün parmağındaki altın yüzükten başka bir şeyi yokmuş. Bu yüzüğü alıp yukarı çıkmış.
Çobanlar, her ay sonunda olduğu gibi, krala hesap vermek için toplandıklarında, Gyges bu toplantıya parmağında yüzükle gelmiş. Otururlarken yüzüğün taşını farkına varmadan avucunun içinde çevirmiş. Bunu yapar yapmaz da yanında oturanlar kendisini görmez olmuşlar, nereye gitti diye soruşturmaya başlamışlar. Şaşakalmış herkes. Yüzükle oynarken taşı çevirince gene göze görünür olmuş.
Böylece işi çakan Gyges, yüzüğün tılsımını denemiş, bakmış ki, yüzüğün taşını içeri çevirince görünmez oluyor, düzeltince görünüyor. Bunun üzerine saraya girenlerin arasına katılmanın yolunu bulmuş. Sarayda kralın karısını baştan çıkarmış, onun yardımıyla kralı öldürüp yerine geçmiş.”
İnsanı ahlaklı kılan nedir?
Bu öykü üzerine birçok düşünür, “insanı ahlaklı kılan nedir? “ sorusu üzerine kafa yormuşlardır. Yani biz görünmez olursak, daha doğrusu sosyal kuralların yaptırımından korunursak her türlü kötülüğü yapar mıyız?
Bu durum üzerine iç ahlak, dış ahlak yine aynı anlama gelecek bireysel ahlak, sosyal ahlak kavramları ortaya atılmıştır. Doğan Cüceloğlu iç ahlakı; geliştici saygı kültürü, dış ahlakı da baskılayıcı korku kültürü olarak isimlendirmiştir. Baskılayıcı korku kültürünün “mış” gibi yaşamları doğuracağı, özden düzelme yaşanmayacağı konusunda geniş açıklamalar yapmıştır.
İç ahlak proaktif bir ruh rafineliğinidir. Dış ahlak ise sosyal kurallara karşı gösterdiğimiz reaktif bir durumdur. İç ahlak, insanın dışarıdan bir müdahale olmaksızın iyilik düşüncesi taşıması ve bunu kaygısızca hayatında uygulamasıdır. Dış ahlak ise sosyal kuralların ve onun oluşturduğu risklerin ve zararların etkisiyle insanın dürüst davranmasıdır. İç ahlakın özü sevgidir. Dış ahlakın özü ise korkudur.
Davranışlarımızı hiç tahlil ediyor muyuz? Aslında zarara uğramayacağımızı bilsek, her türlü suçu işler miyiz? Her türlü ahlaksızlığı yapar mıyız? Yoksa hiçbir yaptırım olmasa dahi yine de tereddütsüz iyi ve dürüst kalır mıyız?
Birçok insanın hayatına dikkatle baktığımızda, iç ahlak olan özde dürüstlük yok, dış ahlak dediğimiz sözde ahlak var. Nice dürüstlük abidesi gibi görünen ama uygun ortam ve fırsat bulduğunda bizi şaşırtan, ahlaksızlığına, hak yemesine, zulmüne şahit olmuşuzdur. Öyleyse insan bambu kamışına sokulan bir yılan gibi esasında eğri ama kuralların cenderesinde doğru mu görünüyor? Ya da kalıba giren tilkikuyruğu gibi düz görünüyor ama kalıptan çıkınca hemen eğriliği ortaya mı çıkıyor?
İnsanlar internete girip “chat” yaptığında, neden değişik nick”lerle değişik kimlikler alır ve gerçek hayatta konuşamayacağı muzır konuşmaları yaparlar? Ay gibi aydınlık yüzümüzü topluma gösterip karanlık yüzümüzü hep kendimize mi saklıyoruz? Toplum kurallarının etkisini hissetmeyeceğimiz alana girdiğimizde tüm kirli zaaflarımızı rahatlıkla sergiliyor muyuz?
Öğrenilen bilgilerin hayatta karşılığı yoksa....
İç ahlakın gelişmemesi; eğitimin sadece ansiklopedik bilgi olarak hafızamıza hitap etmesi, yüreğimizi, vicdanımızı, muhakememizi es geçmesi ve öğrenilen bilgilerin hayatta karşılığının bulunmamasıdır. Yani okulda peygamber hayatını, kuran okumayı bir hafıza kaydı içinde öğrenen ama buna yüreğini katmayan kişi, hayatta doğruluğun, dürüstlüğün değil, rüşvet yemenin, yolsuzluk yapmanın, her yolu kullanarak egemen olmanın, hayatın asıl gerçeği olduğunu görünce öğrendiklerine değil, yaşananlara itibar eder. Çünkü o öğretiyi gösteren rol modeller kitaplarda yazıldığı gibi değildir. Rol modellerin söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutmamaktadır. Rol modellerin söyledikleri değil, yaptıkları topluma örnek olur.
Toplumumuzda hâkim olan iç ahlak değil dış ahlaktır. Onun için görünürde ahlaklılık, gerçekte ahlaksızlık, görünürde müminlik, gerçekte inançsızlık egemen olmaktadır. Bu durumda şekli Müslümanlık artarken ona ters istikamette ve aynı ölçüde ahlaksızlıkta o ölçüde fazlalaşmaktadır.
Toplumda dış ahlak egemen olunca, herkes Gyges’in yüzüğünü ele geçirmeye yani kuralları aşacak güce sahip olmaya, buna sahip olunca da her türlü kötülüğü yapmaya başlıyor.
Dinimize göre insan günahsız doğar. Ama toplum onu değiştirir. O halde eğitim programlarında, sadece hafızaya yönelik bilgi verilmemeli, vicdanımızın, muhakememizin hayal gücümüzün bir iyilik merkezinde hareket edecek özelliğe sahip olması sağlanmalıdır. Yani ahlaklı olmamız; korkuya, dış etkenlere, kurallara, topluma bağımlı olmamadır. Kısaca kişiler Gygesi’n yüzüğünü ele geçirse bile iyilikten şaşmayan proaktif ahlak sahibi insanlar yetiştirmeliyiz.
Yeni yorum ekle