Efendim, yazımızın başlangıcında bir resim aktardım kendi kısa tarihimden. Sanırım bu resmin bir öyküsü olduğunu söylememe gerek yok. Yaşadığımız gündemi görünce yeri ve vaktidir bu öyküyü anlatmanın.
Yanlış hatırlamıyorsam 2013 yılının Ağustos sonlarıydı. O dönemde çalıştığımız yayın grubu 2. Levent’te yan yana 2 müstakil binada yerleşikti. Kuruluşunu gerçekleştirdiğim özel projeler grubu ve İnfomag Dergisi bir binada diğer yayınlar ise öteki binada yerleşikti. O dönemde çalıştığım grubun özel projeler sorumlusu, Emin(Görgün) bir çeviri projesi olduğunu benimle görüşmek istediğini ifade ederek yanıma geldi. Söylemem gerekir ki aramızda halef selef ilişkimiz de mevcuttu. Yöneticilik ve iş yapma konusunda mahir olan Emin beye İngilizce’den bir çeviri gerçekleştirecek bir alt yapım olmadığını söylememe rağmen nafile bir çaba harcamaması için uyardım. Emin Bey: “yok abi öyle değil” diyerek söze devam etti. Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in babası Haydar Aliyev’in hayat hikâyesinin Azerbaycan Türkçesinden Türkiye Türkçesine çevrilmesi gerektiğini söyleyince önce bir şaşırdım. Türkçeden Türkçeye nasıl çeviri yapılacaktı, anlamadım. İşin yanlış tanımlandığı aşikârdı ama genç arkadaşımı kırmamaya özen göstererek aslında bunun bir çeviri işi olmadığını anlatmaya çalıştım. Zaten işin aslı daha sonra ortaya çıktı. Bu konuyu birazdan size aktaracağım.
Her neyse, biraz rahmetli babamın anlattığı ve hayranlıkla bahsettiği Azerbaycan imajının etkisi, biraz Erzurumlu olmamın getirdiği Azerbaycan Türklerine olan sıcaklığım, biraz da Azerbaycan edebiyat ve musikisine olan hayranlığımla “evet” dedim, teklife. Hem Bakü’yü görme fırsatım olacaktı hem Zeynep Hanlarova’nın, Şehriyar’ın, Ebulfeyz Elçibey’in ve tabi ki Üzeyir Hacıbeyov’un ülkesine bir ziyaret yapacaktım. Doğrusunu ifade etmek gerekirse böyle bir projede editör olarak çalışmanın da mesleki kariyerimde özel bir yere sahip olacağını düşünmedim değil.
Özellikle Üzeyir Hacıbeyov benim için özel bir yere sahiptir. Dahi derecesinde zeki bir müzisyen olması yanında pek çok ilke imza atmış bir bilim adamı vasfını da haizdir. Burada bu fasla biraz ara vererek devam edelim.
Eylül'ün ilk günlerinde Bakü’ye vasıl olduk. O dönem Bakü havaalanı eski halindeydi ama yeni terminal binası da bitmek üzereydi. Göz kamaştıran bir haşmete sahip olduğunu bugün gibi hatırlıyorum. Bakü’ye indikten sonra çalışacağımız enstitüde kısa bir geziden sonra otelimize yerleştik. Ertesi gün yüksek tavanlı geniş koridorların olduğu,1940’lardan kalma binamızın genişçe bir salonunda kitabın editasyonunda çalışmaya başladık. Orada dil ve edebiyat alanlarında uzmanlaşmış pek çok dostluklar edindik. Kısa molalarımızda sohbetlerimizin tonunun, renginin, müziğinin bir olduğunu yakından müşahede etme fırsatım oldu. Bu sohbetlerimizin önemli bir bölümünde müzik ister istemez öne çıkıyordu. Ben Üzeyir Bey'e olan muhabbetimden bahsedince Azerbaycanlı dostlarımızın bir an birbirlerinin yüzlerine bakıp gülümsediklerini gördüm. Sana bir sürpriz yapalım diyerek beni enstitünün bir alt katına indirdiler. Meğer Üzeyir beyin konutu enstitünün bulunduğu binadaymış. Bir anda kendimi Leyla ve Mecnun operasının yazıldığı odada bulunca sevincim yüzüme vurmuş olmalı. Yukarıdaki resmin kısa öyküsü budur.
Kitabın çalışmalarına yaklaşık 10 gün devam ettik. Erzurum ağzının Azerbaycan ağzına olan yakınlığı benim için bir avantaj oldu. Kitabın editasyonu sırasında yaşadığımız temel sorun, kitabın orijinalinin İngilizce olarak yazılmış olmasıydı. İngilizce'den Azerbaycan Türkçe'sine çevrilmişti ve yapılan bu çeviriden de Türkiye Türkçesine çevirmek gerekiyordu. Ben, her ne kadar en başta Emin beye İngilizce çeviri konusunda itiraz etmiş olsam da kendimi bir anda kitabın İngilizce aslıyla baş başa buldum. Bariz ve öne çıkan sorunların hemen hepsini telafi etmeyi de başardığımızı ifade etmeliyim.
Bir iki hususu ifade etmek gerekirse; Üzeyir bey, 1885’de Karabağ’ın Şuşa şehrinin Ağcabedi kasabasında doğmuş bir Azerbaycan aydınıdır. Rusya’da Çarlık rejiminin sarsılmaya başladığı sıralarda Millî Azerbaycan Hareketi’ne katılmış bir isim olmasının yanı sıra pek çok çeviri yaparak Azerbaycan Türkçesine nice eserler kazandırmıştır. Hazırladığı Tatarca sözlükten bahsetmiyorum bile… Ancak burada belirtmek lazım ki müzik alanında verdiği eserler göz kamaştırır. Nasıl kamaştırmasın ki, bahsettiğimiz isim, Rimsky-Korsakov’un öğrencisidir. İlk eseri ve ilk icrasını gerçekleştirdiği 12 Ocak 1908’de Bakü’deki Hacı Zeynelâbidin Tagiyev Tiyatrosu’nda sahnelenen ve Azerbaycan’ın ilk mugam operasını teşkil eden Leylâ ve Mecnûn’dur. Hacıbeyov, bu opera ile Azerbaycan’da bu türün temelini atmakla kalmamış, millî armoninin ve çok sesliliğin de esaslarını ortaya koymuş, ayrıca çok sesliliğin basit şekillerini halk müziğinin tek sesli yapısı ile kaynaştırarak Azerbaycan mugamlarını Batı’nın majör-minör sistemiyle birleştirmiştir. Verdiği çeviri eserleri dikkate alınca, bu fakirin bir nevi çeviri vesilesiyle Azerbaycan’a gidişi ve çalıştığı binada, hatta bir alt katında Hacıbeyov’un konutunun olması neyle izah edilir bilinmez. Takdiri ilahi olsa gerek.
Burada belirtmeliyim ki; kader, peşinden koşturan bir mefhum. İstanbul’dan Bakü’ye uzanan bir vesilede Karabağ’ın Şuşa şehrinde doğmuş büyük bir bestekârı anarken ve bugün Karabağ azad olurken o günü düşünmeden edemiyorsunuz. O gün bile, Karabağ konusu çok sıcak ve hassas bir konuydu. Bakü’deki kardeşlerimiz bu konuda net ve hassastılar. Kendilerine yakın olan herkesin de bir diğergamlık göstermelerini bekliyorlardı. Sanırım, bugün milletimizin ve devletimizin gösterdiği destek ve alaka kardeşlerimize şifa olmuştur.
Yeni yorum ekle