Sınırları Aşan Liderlik’’le Gelen ’Türk İmparatorluğu’

19 Temmuz 2025

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin "Milletin Gücüyle Sınırları Aşan Liderlik" sloganıyla 11-13 Temmuz tarihlerinde Ankara-Kızılcahamam'da gerçekleştirdiği ‘’İstişare ve Değerlendirme’’ kampının ilk gününde, halihazırda devam eden ‘’Çözüm Süreci’’yle bağlantılı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşmada kullandığı ‘’Türk-Kürt-Arap’’ formülü o günden beri yaygın olarak tartışılıyor. 

Image

Söz konusu konuşmada birden fazla tekrarlanan bu formül ile tam olarak ne kastedildiği belli olmamakla beraber, partinin hararetli bir taraftarının bu konuda endişe belirtenlere yönelik ‘’Türk İmparatorluğundan neden korkuyorsunuz?’’ mealindeki çıkışı Cumhurbaşkanının kastının ne olduğu hakkınbda belki bir ipucu sağlayabilir. 

Şöyle ki: ‘’Türk İmparatorluğu’’ ifadesinin AKP camiasının bugüne kadar zaman zaman dillendirdiği ‘’neo-Osmanlıcı’’ hayalleri çağrıştırdığı açıktır. Bu eğer söz konusu kişinin kendi ‘’hayal alemi’’nin bir dışa vurumundan ibaret değil de Erdoğan’ın kastettiği şeyin doğru bir tercümesi ise, o zaman barış sürecinin bu hayali hayata geçirmek için kullanılmak istendiği akla gelmektedir. Bu durumda ‘’Türk-Kürt-Arap’’ formülü de, bir yanıyla, Türkiye’nin bu stratejik hedefine sempatik olacakları umulan bölgedeki Kürtler ve Arapların bu hedefi gerçekleştirmek için kullanılmak istendiğinin sembolik bir ifadesini oluşturmaktadır. Görünen o ki, bu unsurların hamiliğini üstlenmek suretiyle, Türkiye ABD’nin de desteğini alarak bölgedeki nüfuz alanını genişletme hesabı yapmaktadır. Böylece Türkiye’nin yakın çevresinde kontrolünü artırma ve nüfuz alanını genişletme arayışı, bir yandan hem ülke içindeki hem de bölgedeki Kürt varlığını, öbür yandan kışkırtıcılarından biri olduğu Suriye krizinin yol açtığı gelişmeler sonrasında artık ülke nüfusunun önemli bileşenlerinden biri haline gelmiş olan Arap faktörünü kullanmayı öngören yeni bir safhaya girmiş bulunuyor.

Fakat zannımca bu hesabın tutması kolay değildir. Bir kere, modern tarihte ilk defa bölgede gözle görünür bir aktör olma fırsatı yakalamış olan, hatta bağımsız bir ulusal siyasî kimlik oluşturma yolundaki Kürtlerin - Türkiye ile ‘’iyi ilişkiler’’ içinde olan Kuzey Irak Kürtleri dahil- Türkiye’nin adeta bir ‘’yanaşma’’sı olmayı kabullenecekleri şüphelidir. İkincisi, Osmanlı tebaası olarak geçirdikleri asırlara hayıflanan ve geçen yüzyılın başlarında Osmanlı devleti ile yaşadıkları nahoş tecrübenin hatırası halâ canlı olan, dahası İslamı kendi ulusal kimliklerinin tanımlayıcı ve ayırt edici bir kurucu unsuru olarak ve Türkiye’yi de -hem dinde hem bölgede- aslî rakipleri olarak gören Arap halklarının da Türkiye’nin bölgesel imparatorluk hayallerine sempati duymaları beklenemez.        

Bunlara rağmen, ‘’Türk-Kürt-Arap’’ formülünün Türkiye için halâ fakat dolaylı olarak bir anlamı ve etkisi olabilir. O da ulusal kimliklerini tanıtma ve özerklik arayışı içindeki Türkiye yurttaşı Kürtler ile, AKP’nin Suriye krizi boyunca bilerek izlediği politikaların bir sonucu olarak -resmen yurttaş olanı ve olmayanıyla birkaç milyonu bulan büyüklüğüyle- artık Türkiye nüfusunun önemli bir bileşeni haline gelmiş olan Arapların Türkiye’nin revize edilmesi düşünülen siyasî yapısının kurucu unsurları halline getirilmesi projesidir. Böylece Türkiye’nin Türk-Kürt-Arap’’ sentetik kimliğiyle Orta-Doğu’da kendi varlığını daha belirgin bir şekilde hissettirebileceği düşünülebilirse de, bunun AKP’lilerin gönlünde yatan büyük hayalini karşılayabilecek bir tasarım olmadığı açıktır. 

Fakat söz konusu üçlemenin sembolize ettiği anlamın Türkiye’nin içinin düzenlenmesine ilişkin olarak ta bir iması var. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’nin devlet ve siyaset eliti anayasal sistemin de söz konusu imparatorlukçu perspektife uygun olarak yeniden yapılandırılmasını gerektirdiğini düşünmektedirler. Bu devlet projesi, ‘’barış süreci’’nin gereği olan siyasal dönüşümü, AKP’nin Suriye krizinden buyana bilinçli olarak izlediği politika sonucunda Arap kökenlilerin ülke nüfusunun dikkate alınması gereken bir bileşeni hale gelmiş olduğu gerçeği ile birleştirerek çözmeyi amaçlıyor görünmektedir. Besbelli ki, Türkiye’ye son yıllarda artan Arap nüfus akışı Ortadoğu’daki siyasî istikrarsızlığın doğal bir sonucu olmayıp, bu projeye zemin hazırlamak için resmî teşvik ve destekle bilinçli olarak sağlanmıştır. Bu arada, AKP-MHP ikilisinin bir süredir Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını uzatmanın ‘’münasip bir yolu’’nu bulma arayışını da bu projenin icapları ile birleştirmek istedikleri açıktır. 

Image

Şu var ki, bu projenin önünde ciddî bir engel vardır: AKP’nin bu projeyi Türkiye Cumhuriyeti’ni ümmetçilik temelinde dinî referanslı bir siyasî birliğe dönüştürme niyetinden kuşkulanan ‘’laik muhalefet’’in direnci.  Her ne hal ise, PKK’nın görünüşe göre şiddet yolunu bırakarak demokratik-siyasî mücadeleye geçme konusundaki hamlesini Türkiye kendisi için daha büyük bir fırsata çevirmeye çalışıyor. Ama AKP’nin bunu gerçekten de dinsel referanslı bir yoldan yapma niyeti varsa, bu sadece CHP ile diğer ulusalcı-Kemalist çevreleri değil, Aleviler ve sol-demokratlar ile hür, medenî ve barışçı bir toplum idealine bağlı olan liberal-liberteryen kesimleri de endişeye sevk eder. 

Evet, siyasî birliği ümmetçilik temelinde ve şu veya bu dine referansla tanımlayan medenî bir yapı olabilir mi? Ayrıca, çoğulcu bir toplumda bu ne kadar gerçekçi ve sürdürülebilir bir sistemdir? Türkiye’nin nüfusu din ve inanç, dünya görüşü, ahlâkî anlayışlar ve hayat tarzı bakımlarından tekçi bir yapı mı arz ediyor ki, herkes Sünni İslam -veya başka herhangi bir din- referanslı bir ortak varoluş modelinde birleşsin?... Neyse ki, AKP siyasî cemaati ile sivil görünümlü diğer birçok dinî cemaat ve tarikat çok istese de, ben Türkiye’de böyle bir projenin gerçekleştirilebileceğine ihtimal vermiyorum.

Öte yandan, ümmetçi bir siyasî birlik ihtimalini bir uyana bıraksak bile, ‘’Türkler-Kürtler ve Araplar’’ formülünün kendisinin de çağrıştırdığı ciddî problemler var. En başta, neden sadece bu üç unsur?.. Türkiye toplumunun çoğul yapısının bileşenleri bunlardan ibare değil ki!  Eğer amaç Türkiye Cumhuriyeti’nin kimlikleri belirlenmiş kurucu unsurlarıyla birlikte yeniden tanımlanması ise Türkiye toplumunun çoğul (veya çoklu) terkibinin diğer bileşenleri olan Aleviler, Çerkezler, Boşnaklar, Arnavutlar, ‘’Lazlar’’, Rum ve Ermeniler nerde?…Üstelik, o üç bileşenli formülde her nasılsa unutulan unsurların hiç biri, -ancak AKP iktidarının son yıllardaki özel teşvik ve desteği sayesinde önemli bir büyüklüğe ulaşan- Türkiye’deki Arap nüfus gibi sun’î bir şekilde ortaya çıkarılan yeni bir unsur değil. Çoğunun bu topraklarda yüzlerce yıllık, bazılarının hatta bin yılı aşan bir geçmişi var.

Daha önemlisi, Cumhuriyetin kimliksel tanımı böyle ciddî bir revizyona tabi tutulacaksa, bu yeniden kuruluşun siyasî öznesi AKP-MHP-DEM ile sınırlı olamaz ve bu kapalı kapılar ardında bir oldu-bitti şeklinde gerçekleştirilemez. Ben öteden beri Türkiye’nin sisteminin ahlâkî çoğulculuk ve kültürel çeşitlilik temelinde çoğulcu bir sosyo-politik yapıya dönüşmesi gerektiğini yazarım, ama böyle muhalefeti baskı altında tutmaya devam eden şartlarda ve nüfusun yarısından fazlasını dışlayarak yukarıdan aşağıya dayatılan bir ‘’devlet projesi’ şeklinde gerçekleştirilmeye çalışılanını değil!

Onun için, eğer bu iş ciddî ise bu tasarımın ne olduğu açık-seçik bir şekilde tanımlanmalı ve hemen kamusal tartışma ve müzakereye açılmalıdır. 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
KONTROL
Bu soru bir bot (yazılımsal robot) değil de gerçek bir insan olup olmadığınızı anlamak ve otomatik gönderimleri engellemek için sorulmaktadır.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
6 kez görüntülendi. 6 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.