Sınırsız Devletin ve Devleti Ele Geçirme Kavgasının Perişan Ettiği Türkiye

25 Mart 2025

19 Mart 2025 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ekibinden bazılarının gözaltına alınması Türkiye'de ve dünyada şok etkisi yarattı. Ortalık karıştı, piyasalar allak-bullak oldu, İstanbul menkul kıymetler borsası (BIST) endeksi rekor seviyede düştü, uzun süredir yatay seyreden döviz kurları yükselişe geçti, altın fiyatları aynı şekilde hatırı sayılır artışlara konu oldu, daha yeni faiz indirim sürecine başlamış olan Merkez Bankası yeniden politika faizini %42,5’tan %46’ya yükseltmek zorunda kaldı. Birkaç gün içinde borsada yaşanan çöküşün şirketlerin piyasa değerine verdiği zararın 2 trilyon TL ya da 50 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Yerli basının yanı sıra dünya basını da bugünlerde Türkiye'de olan bitene yoğun ilgi gösteriyor, davanın hukuki olmaktan çok siyasi olduğuna vurgu yapıyor. Birçok üniversite kampüsünde öğrenciler günlerdir protesto eylemleri düzenliyorlar.

Yaşanan olayların ana aktörü, boy hedefi malûm: Ekrem İmamoğlu (Eİ). Eİ’nin taşıdığı sıfat İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı. Tutuklanma gerekçelerine bakıldığında, iddia edildiğine göre bir üniversiteden diğerine bundan 31 yıl önce yatay geçiş sürecinde yapılan bazı usulsüzlükler dolayısıyla diplomasının geçersiz oluşu, belediyede yapılan yolsuzluklar ve suç örgütü bağlantıları. 

Peki, yolsuzluk iddialarına konu onca başka belediye vs. varken İmamoğlu’nun hedef tahtasına konulmasının nedeni, bu bağlamda onun şahsıyla ilgili, siyaseten rahatsızlık yaratan asıl sorun neydi? 

Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan (RTE)’nin karşısına çıkacak en güçlü aday olması. 

Eİ’nin başka bir özelliği var mıdır? 

Evet. İstanbul’da büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerinde, iktidarın İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerini kazanmak için yaptığı bütün atraksiyonlara, hatta bir keresinde seçimlerin sonucunun iptal ettirilip yeniden yaptırılmasına rağmen iktidara karşı iki defa seçimleri kazanmış olması. Nihayet, ekonomide son zamanlarda yaşanan sarsıntılar, orta sınıfın erimesi, enflasyonun rekor düzeyde yüksek olması vb. sorunlar mucizevi bir şekilde kısa sürede çözülmediği takdirde, yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde kazanma şansının yüksek olması… 

Basına yansıyan bilgilere göre belediyelerde yolsuzluk yapıldığına ilişkin bilgiler olmasına rağmen, kamuoyunun ezici çoğunluğu bu davanın hukuki olmaktan çok siyasi bir dava olduğu ve amacın İmamoğlu’nun önünü kesmek olduğu konusunda hemfikir gibi görünüyor. Esasen diploma iptalinin de, varsa şayet denklik meselesinde hatayı yapanın kurum olduğu, bunun bedelinin kişiye ödetilmesinin hukuken doğru olmadığı yönünde yorumlar yapılıyor, ayrıntılarına girmiyorum.

Zamanlama açısından bakıldığında bir tür siyasi linç girişimi gibi görünen mesele mühim bir mesele, Türkiye'nin geleceğini yakından ilgilendiriyor. Ortada iktidarı ya da devleti “başkalarına” kaptırmamak için yürütülen çetin bir mücadele var. Peki, biz bu filmi ya da buna benzer filmleri ilk defa mı görüyoruz? Hayır. Açık söylemek gerekirse, Türkiye'de öteden beri çok ciddi bir “devleti ele geçirme,” ya da devleti ötekilere, kötü adamlara, iç düşmanlara, hainlere, işbirlikçilere, yanlış adamlara kaptırmama kavgası vardır. Bu kavga ne yazık ki yeni bir kavga değildir, Cumhuriyet tarihi boyunca sürekli nükseden bir kavgadır. Biraz ayrıntıya girelim.

Örneğin 28 Şubat sürecinde, RTE’nin, Ziya Gökalp’in “minareler süngü, kubbeler miğfer; camiler kışla, müminler asker..” dizelerinin geçtiği şiiri okumak suretiyle vatanın ve milletin birlik ve bütünlüğünü tehdit ettiği, bölücülüğü teşvik ettiği vb. gibi, hiç de ikna edici olmayan gerekçelerle İBB başkanlığından azledilmesi, siyasi yasaklı hale getirilmesi ve tutuklanıp cezaevine konulması sırasında biz bu filmi görmüştük. Bu yeni yükselen, ama –“irticacı” olduğu için- istenmeyen bir siyasi aktörün önünün kesilmesi girişimiydi.

Daha eskilere, Cumhuriyetin ilk yıllarına gidelim. 1924 yılında kurulan, Cumhuriyetin kurucu kadrosu tarafından kurulmuş olan iktidar partisi CHP’ye karşı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kuranlar da İstiklal Mahkemelerinde yargılandılar. Kurucuları Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Rauf Orbay ve Kazım Karabekir gibi her biri Kurtuluş Savaşında öne çıkmış büyük komutanlar olduğu halde, o sırada devleti temsil eden iktidara alternatif olarak ortaya çıkmalarının bedelini neredeyse canlarıyla ödüyorlardı…

1930’lu yılların başında kurulan, kısa sürede halktan büyük teveccüh gören ve yapılacak ilk serbest seçimlerde iktidara gelmesi kuvvetle muhtemel olan Serbest Cumhuriyet Fırkası da kısa sürede derdest edilip kapatıldı, kadroları dağıtıldı. “Devleti ele geçirmeye” kalkışmanın bedelini ağır ödediler…

Gel zaman git zaman, II. Dünya Savaşı sona erer ermez savaşın galipleri arasında yer alan Sovyetler Birliği’nin kuzeydoğu Anadolu’dan toprak ve Boğazlardan geçiş konusunda söz hakkı istemesi gibi nedenlerin doğurduğu güvenlik kaygıları Batıya açılmayı ve bir güvenlik şemsiyesi bulmayı zorunlu kılınca, Batının talepleri arasında demokrasi de olunca, bazılarının sandığının aksine, o sırada devleti yönetenlerin demokrasi aşkından çok, dışsal faktörlerin zorlamasıyla çok partili demokrasiye geçilmiş oldu. Ama “açık oy gizli sayım” gibi tuhaf bir yöntemle yapılan 1946’daki seçim hileleri Demokrat Parti (DP)’nin iktidara gelişini dört yıl geciktirmiş oldu. Bu da aslında bir anlamda “devleti istenmeyen unsurlara kaptırmama” isteğinin dışa vurumuydu. 1950 seçimleriyle iktidara gelen DP 1950, 1954 ve 1957 seçimlerini kazanınca CHP’nin yeniden iktidara gelme umutları azalmaya başlamıştı. Sistemde askerin rolünün azalmasının yanı sıra, ezanın yeniden Arapça aslına uygun okunmaya başlanması gibi “irticai” gelişmelerden rahatsız olan ordu ve iktidar umutları azalan CHP’nin işbirliğiyle 1960 darbesi gerçekleştirildi ve milletin desteğiyle iktidara gelmiş olan Başbakan, Maliye Bakanı ve Dışişleri Bakanı idam edildi. Bu da esasen bir “devleti ele geçirmesine müsaade edilemeyecek birilerinden kurtulma operasyonu” idi.

Bitti mi? Bitmedi. 1970’li yılların başlarında, 12 Mart muhtırasını izleyen dönemde, Marksist ideolojiye gönül vermiş, kendilerince “sömürü düzenine karşı çıkan” ve Marksist-Leninist kurtuluş reçeteleri peşinde koşan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmesi de bir anlamda devletin, devleti ele geçirmelerine izin verilemeyecek anarşist, hain unsurlardan temizlenmesiydi.

12 Eylül askeri darbesini yapanlar, “bir sağdan bir soldan” adam asanlar, yaşı yetmeyenlerin yaşlarını büyüterek idam edenler; Muhsin Yazıcıoğlu gibi değerli insanlar dâhil birçoklarına cezaevlerinde eziyet edenler; benzer şekilde, Diyarbakır askeri cezaevinde, sonradan –canını kurtaranların- PKK militanı haline gelecek gençleri işkenceye tabi tutanlar da kendilerince vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne hizmet ediyor, devleti istenmeyen unsurlardan koruyorlardı…

Yukarıda kısmen değindiğimiz gibi, 28 Şubat sürecinde Sincan sokaklarında tankları yürütenler, demokrasiye kendilerince “ince ayar” verenler, bürokrasiye “irtica brifingleri” verenler, merhum Erbakan liderliğindeki seçilmiş hükümeti istifaya zorlayanlar, ardından cadıavı başlatıp insanları işinden atan, başörtülü kız öğrencileri üniversitelere sokmayanlar, RTE’yi şiir okuduğu gerekçesiyle apar-topar İBB başkanlığından indirip cezaevine gönderenler de, onca hukuksuzluğu yaparken kendilerince “irtica ile mücadele” ediyor, devleti istenmeyen unsurlardan temizliyor, devletin irticai unsurlar tarafından ele geçirilmesine engel oluyor, devleti kurtarıyorlardı.

Yıllarca devletin ordu, yargı, emniyet ve milli eğitim gibi kilit kurumlarına adamlarını yerleştirdikten sonra, önce 17-25 Aralık (2013) yargı darbesi, ardından 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimini tezgâhlayanlar da kendilerine göre devleti ele geçirmeye, yanlış adamlardan devleti kurtarmaya çalışıyorlardı. 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı travma ve OHAL ortamında hukuku bir kenara bırakıp, iftiralar, kumpaslar ve mesnetsiz suçlamalarla masum insanların hayatını karartanlar, suçsuz yere insanları aylarca hapiste yatıranlar ve kuruların yanında yaşları da yakanlar da kendilerine göre devleti büyük bir tehlikeden koruyor, ne yapıyorlarsa devletin bekası için yapıyorlardı…

Kısacası dostlar, Cumhuriyet tarihi boyunca hiç bitmeyen devleti ele geçirme mücadelelerine, devleti istenmeyen unsurlara, hainlere, işbirlikçilere, iç düşmanlara ve ötekilere kaptırmama kavgalarına şahit oluyoruz.

Bunun neden böyle olduğu, Türkiye'de “devleti ele geçirme” ve “devleti kötü adamlara kaptırmama” kavgasının neden bir türlü bitip tükenmek bilmediği konusunda tarihsel, sosyolojik, sosyal, kültürel, iktisadi ve siyasi pek çok neden sayılabilir kuşkusuz. Ama bu yazının sınırları çerçevesinde, “kısa keselim, Aydın abası olsun.” 

 

Çare sınırlı, şeffaf, hesap verebilir devlette…

Bu satırların yazarına göre en belirleyici nedenlerden biri, devlet anlayışımızın çarpıklığıdır. Sağcı-solcu, Alevi-Sünni, İslamcı-Kemalist, ülkücü-komünist fark etmeksizin, hemen bütün toplum kesimlerimizde egemen devlet anlayışı kutsal, la-yüs’el, hesap vermez, aşırı yetkilerle donatılmış, kolları her yana uzanan, sınırsız devlet anlayışıdır. Devlet sorgulanmaz, devlet yargılanmaz, devlet hesap vermez, devletin hikmetinden sual olunmaz, devlet yapıyorsa bir bildiği vardır... Devlet kamu harcamalarıyla, KİT’lerle, kamu bankalarıyla, radyo, televizyon ve basın-yayın organlarıyla toplum hayatına hükmeder, topluma ayar verir, doğru ideoloji, doğru din, doğru mezhep, dolayısıyla doğru hayat tarzı dayatabilir; marketlerin fiyat etiketlerine varıncaya kadar devletin karışamayacağı şey yoktur. Bu koşulları çerçevesinde devleti ele geçiren çok şeyi ele geçirmiş, amiyane tabiriyle, “malı götürmüş” demektir. Kamusal imkânları kullanarak yandaşları zengin etmek mümkündür; denetleme-regülasyon vb. araçlarla istenmeyen şirketlerin iflas ettirilmesi mümkündür; milli-eğitim, okullar ve başka kanallarla zihinlerin formatlanması mümkündür; resmi ideoloji üzerinden kendi hayat tarzını başkalarına dayatmak mümkündür.

Devletin bu kadar kutsandığı, yüceltildiği, bireyin ve toplumun devlete kurban edilebildiği, devlet eliyle vatandaşa ayar verilebildiği bir ortamda ister istemez devlet başkalarına, kötü adamlara, yanlış kişilere ve yanlış toplum kesimlerine bırakılamayacak kadar kıymetli, kaybedilmesi göze alınamayacak kadar değerli bir kurum, bir kutsal varlık, kendisini ele geçirme uğruna can feda edilebilecek bir dilber haline gelmektedir. Bu durum kaçınılmaz şekilde şu veya bu dönemde, şu veya bu gerekçeyle (irticacı, anarşist, komünist, faşist, dinci, hain, bölücü, işbirlikçi, mandacı,…) devletin tokadını yemiş olan bütün toplum kesimlerinin ölümüne devleti ele geçirme mücadelesine girişmelerine sebep olmaktadır. 

Sadede gelelim. Devletin bu kadar kutsanıp yüceltildiği, sınırsız yetkilerle donatıldığı, her şeyi belirleyebilir olduğu, istediğine istediği ayarı verebildiği bir ortamda iktidar kavgasının da çetin olması kaçınılmazdır. İktisadın evrensel yasasıdır: Size istediğiniz her şeyi verebilecek kadar büyük olan bir devlet, istediğinde her şeyinizi de alabilecek kadar büyüktür. Büyük devletin kavgası da büyük olur. Böylesi layüs’el bir devleti ele geçirmek için herkes kendine göre bir gerekçe bulmakta zorlanmayacaktır. Son günlerde yaşananlar üzücü, ama şaşırtıcı değildir, maalesef. Yine iktisadın evrensel yasasıdır: Piyasaya müdahalenin öngörülmeyen ve niyetlenilmemiş sonuçları vardır.[1] Nitekim RTE’ye 28 Şubatçıların vaktiyle yaptığı operasyon amaçlananın tam tersi sonuçlar vermişti. Son günlerde İmamoğlu etrafında muhalefetin kenetlenmesi, CHP’nin CB adaylığı için yaptığı önseçim yoklamasına rekor düzeyde katılımın olması, Saraçhane’de büyük kalabalıkların toplanması, öğrenci protestoları, vb. düşünüldüğünde, bu yasanın yine işleyebileceğine dair işaretler var gibi görünüyor.

Böylesi gerilimleri önleme ve ülkenin ekonomik göstergelerini kötüleştirip uluslararası itibarını olumsuz etkileyen, 2023 hedefleri gibi iddialı hedeflerin çok gerisine düşmesine sebep olan sorunları aşma konusunda bu satırların yazarının âcizane çözüm önerisi, devlet anlayışımızı sorgulayıp kökten değiştirmektir. Olması gereken, sınırsız, aşırı yetkili, ejderha devlet değil; sınırlı, şeffaf, hesap verebilir, hukuk devletidir. Toplum olarak mevcut devlet anlayışı kökten değiştirilmedikçe, devletin gücü ve yetkileri sınırlandırılmadıkça, hukuk devleti bütün kurum ve kurallarıyla yerleştirilmedikçe bu gerilimler sona ermeyecektir. Devlet eliyle vatandaş terbiye etmekten, devlet eliyle topluma ayar vermekten ve doğru ideoloji, siyasi görüş, din, mezhep ve hayat tarzı dayatmaktan vazgeçilmedikçe bu kavga bitmeyecektir. Devlet esas itibariyle can güvenliğini ve sınır güvenliğini sağlayan, adalet dağıtan, büyük altyapı projeleriyle ilgilenen, yasaları uygulayıp temel hak ve özgürlükleri garanti eden bir kurum haline getirilmedikçe korkarım bu ölümüne devleti ele geçirme ya da devleti ne pahasına olursa olsun başkalarına kaptırmama kavgası devam edecektir. 

Bir kere daha altını çizelim: Çare devleti sınırlı, şeffaf, hesap verebilir devlet haline getirmektir. Gücü ve yetkileri anayasa ve yasalarla sınırlanmış, güvenlik, adalet gibi temel kamu hizmetleriyle ve altyapı projeleriyle ilgilenen, vatandaşın hayatına ve piyasaya müdahale etmeyen, hukuk devleti çerçevesinde hesap veren bir hizmet aygıtı haline dönüştürmek, devleti ele geçirme kavgalarına bir son verecektir. Sınırlı, şeffaf ve hesap verebilir bir devlet anlayışının egemen olduğu, devleti ele geçirme kavgalarının sona erdiği, ne pahasına olursa olsun başkalarına kaptırmama kavgasının olmadığı bir Türkiye bugünkünden daha özgür, daha istikrarlı, daha huzurlu ve daha müreffeh bir Türkiye olacaktır.

 


[1] İktisadın –riayet edilmediği takdirde ağır bedel ödeten- evrensel yasaları konusunda geniş bir tartışma için bkz. M. Acar, İktisadın Evrensel Yasaları ve Kadim Sorunları, Konya: Literatürk-Academia, 2018. https://www.kitapyurdu.com/kitap/iktisadin-evrensel-yasalari-ve-kadim-sorunlari/469526.html?srsltid=AfmBOorBn0lY5x7-S9BVPZ-ksg-UfW2ZsX8AKkcoXqbUj7qRDZhRGiyl

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
KONTROL
Bu soru bir bot (yazılımsal robot) değil de gerçek bir insan olup olmadığınızı anlamak ve otomatik gönderimleri engellemek için sorulmaktadır.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 188 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.