İnsanoğlunun evrensel sorularına kafa banmayı boş iş olarak gösteren bir kültürle donanmış, “mala davara fayda/zarar” penceresinden sadece kısa vadeli maddi çıkarların peşinden koşmaya adanmış, kurnazlığı zeka, zekayı da akıl yerine koyup her işi kurnazca kotarmayı da ilim hem de ilm-i siyaset diye baş tacı yapmış bir toplumda “bizde de felsefe sosyal bilim neyim, hepsi olsun tabisi” diye rüşvet-i kelam utanmazlıkları gırla…
Image
Düşünmeyi kafayı üşütmenin eşiği olarak gören, ishal olmuş hindi curutmasına (kıpırtısız oturma) benzeterek düşünme halini hemen neşeli bir sıradanlığa tağyir etmeyi başlıca görev olarak tanımlamış bir toplumda böyleleri nasıl ortaya çıksın?
Maharetin temel göstergesini “iki koyunu güdebilmek” olarak tarif eden ve kendini mahir çobanlara teslim etmeyi maharet zanneden bir koyunluktan dünya çapında değerli fikirler ortaya atan düşünce insanları, dünya çapında bilim insanları, dünya çapında sanatçılar nasıl çıksın?
Üç cümleden fazla kelam gerektiren meramın ifadesini “maval okumak” olarak etiketleyip susturan bir nobranlığın hükümran olduğu bir toprakta o dediğiniz çiçek bitmez.
Yeni bir şey söylemek, “yeni bir şey”e muhtaç olduğunu farkedip onu arayan ve hatta ona kulak kesilen bir toplumda değerlidir. Bir toplumda, en keskin zekalar, en seçkin yetenekler, en mahir yürekler ne ile meşgul ve toplum, en çok neleri ve nasıl ödüllendiriyor, buna bakmak çok önemlidir.
Her şeyin en âlâsı ile eskiden söylendiğini, her şeyin en doğrusunu “böyük adamlar”ın (kudret sahiplerinin) zaten bildiğini sanan bir hoyratlığın kol gezdiği, “kendini akıllı sanmak” olarak aşağılanan çare arayışlarının küçümsenip kalabalıkları coşturan hitabetin marifet sanıldığı bir toplum, çaresine yandığı ızdırapların tedavisini arayanlara değil, ihtiraslarını kamçılayacak alelâde nutuk çekenlere mahkum olmuş demektir. Böyle bir toplumda, en evrensel değerleri, en taze bir solukla ve en gür sadâ ile terennüm edecekler çıksa bile, onlara bu fırsat verilmez, bu kabil gayretlerine itibar edilmez; aksine, taşıdığı balya, güttüğü koyun, avladığı güvercin, yaktığı can sayısına göre fırsat sağlanarak en kıymetli beşeri sermayesini bu kaba maharetlere göre isrâf eden bir helâk ve hüsrân kaçınılmaz olur. Yürek rikkatinin değil, kaba kuvvetin, müşfik merhametin değil, kudurmuş öfkenin, durumun gereklerini gözetmenin değil, emre itaatin, doğruyu keşfetmenin değil, kalabalığa tâbiliğin muteber olduğu avamîleştirici, anonimleştirici, güruhlaştırıcı, sersemletici, ahmaklaştırıcı bir sosyal atmosferde, en kıymetli cevherler kömür, en seçkin kabiliyetler odun edilip yakılır, kül olur...
Çâresine, çâre arayanın erişeceği küçük dertlerini küçümseyen bir toplumda, büyük musibetlerine körlük ve belâsını buluncaya kadar âkıbetine müstehak, başına ne kıyametler açtığını idrakten aciz bir kör atılganlık mukadder olur.
Türkiye’nin göz baka baka yuvarlanmaktan kendini alamıyor olduğu uçurum budur.
Yüreğinize ve kaleminize…
Yüreğinize ve kaleminize sağlık
Yeni yorum ekle