Amin Maalouf’un Labirent’inde Kaybolmak

25 Haziran 2024

Modern Çağın Sonu mu?

“Bir çağın sonundayız. Peki kaç kişi bunun farkında? Birçoğu bu sona erişin başladığını ruhunda hissediyor ama bu his henüz bilincin yüzeyine çıkmış değil.” 

Evet, tespitin sahibi olan John Lucaks’a katılmamak elde değil. Keza modern çağın gün batımına şahitlik eden yaşlı gezegen çok kötü yönetiliyor. Sistem tıkandı, siyasi ve ahlaki bir iflas yaşanıyor. Yolunu kaybeden insanlık yönelmesi gereken istikametini şaşırdı. Aydınlanma felsefesinin temel önermeleri 21. Yüzyılın yakıcı sorunları karşısında sarsıntı geçiriyor. Yaşanan hızlı ve denetimsiz değişim ve gelişim karşısında eskinin ideolojik araçları yetersiz kaldı. Sorunları çözmesi beklenen ideolojiler sorunun nedeni haline geldi. Seküler cennet vaadiyle umut telkin ederek bir inşa sürecine girişen ve sonsuza kadar süreceği düşünülen modernite günümüz dünyasını taşıyamıyor. Zihinsel ve ahlaki durgunluk içindeki insanlık teknolojik dönüşüm ve gelişime ayak uyduramıyor; baş döndürücü gelişmeleri yönetemiyor. Akıl, sağduyu ve bilgelik yerini kibir, nefret ve hınca bıraktı. Gücü ve etki alanı gittikçe genişleyen devletler hayatlara daha müdahil hale geldi; özgürlük ve güvenlik alanları daraltıldı. Mevcut paradigmayı sorgulayan gençler artık içinde yaşadıkları zamana inanmıyor. Kentler çoraklaştı, sokaklar güvensizleşti. Eşitsizlik ve gelir uçurumu korkunç boyutlara ulaştı. İnsanlık göç halinde, fakir güney zengin kuzeye akıyor, mülteci ve azınlık sorunu Batı’nın dengesini alt üst ediyor. Refahın adil paylaşımı, hukukun üstünlüğü, uluslararası meşruiyet gibi kavramlar önemini yitiriyor; köklü demokrasi geleneği aşınıyor, fanatizm yükseliyor, ırkçılık yeniden revaç buluyor. Vahşi küreselleşme, sınırsız büyüme ve ölçüsüz tüketim ekolojik dengeyi sarsıyor. Bilim ve ekonomik düzeneğin saldırısı altındaki doğa hunharca yağmalanıyor; insanlık, küresel bir çevre felaketine yol açarak kendi kıyametini hazırlıyor. Denetimsiz ve dizginsiz gelişen gen teknolojisi ve yapay zekâ ciddi savrulma risklerini içinde barındırıyor; hız kesme, yavaşlama, mola verme önerileri kulak ardı ediliyor. 

20. yüzyılın başlarında dinin sonunu ilan eden modernite; ortalarında ideolojilerin, sonlarında da tarihin sonunu ilan etti. Artık liberal demokrasi insanlığın tüm arayışlarına cevap üretecek, rasyonel akla dayalı siyaset ve ekonomik mekanizmalar mutlak bir özgürlük ve güvenliğin yolunu açacaktı. Ancak Hiroşima ve Nagazaki’de aynı anda beş yüz bine yakın insanı öldüren atom bombası, rasyonel ve demokratik süreçle göreve gelen bir hükümet tarafından atıldı. Aradan on yıl bile geçmeden Kasım1952’de rasyonel zihnin yönettiği ABD’nin geliştirdiği hidrojen bombasının gücü Hiroşima’yı yok eden bombadan bin kat daha güçlüydü. Kutuplar arası çılgınca bir silahlanma yarışı sonrası bugün insanlık gezegeni yüzlerce kez yok edebilecek bombaların tedirginliğiyle diken üstünde yaşıyor.

Felsefi ve düşünsel boyutlarıyla kendini yeniden üretmekte zorlanan modern dünyanın yaşadığı kriz siyasal alana da sirayet ediyor ve devletlerarası dengeyi de alt üst ediyor. Çünkü soğuk savaş sonrası ahlaki ve hukuki temelleri, frenleme ve denetleme mekanizmaları olan küresel bir düzen kurulamadı. Dolayısıyla ayakların havada olduğu ara bir dönemden geçiyoruz. Şöyle bir tarih turu yaptığımızda ne demek istediğim daha netleşecektir. 1618-1648 yılları arasında Orta Avrupa’nın birbirine girdiği ve milyonlarca insanın hayatını kaybettiği 30 yıl Savaşları’ndan sonra Westfalya Antlaşması yapıldı. Modern ulus devletin temellerinin atıldığı bu antlaşma doğrultusunda uzun yıllar sürecek bir düzen oluşturuldu. Aynı şekilde Napolyon çılgınlığına karşı Viyana Kongresi ile güçler dengesi yeniden oluşturuldu ve bir düzen inşa edildi. Birinci Dünya Savaşı ile statüko bozuldu, imparatorluklar yıkıldı, haritalar değişti fakat yenilenler ağır yaralı halde bırakıldı, küçük düşürüldü. Dolayısıyla kalıcı bir düzenek kurulamadı. Bu düzen yoksunluğu 20 yıl sonra çok daha büyük ikinci bir savaşı beraberinde getirdi. Ama bu kez devletler dersini almıştı. Savaş sonrası koşullar tesadüflere bırakılmayarak Yalta Konferansı’nda alınan kararlarla çift kutuplu yeni bir düzen oluşturuldu. BM, GATT, IMF, Dünya Bankası gibi kurum ve antlaşmalarla, NATO ve Varşova Paktı gibi siyasi birliklerle, Dolar’ın uluslararası para birimi haline getirilmesi gibi düzenlemelerle küresel bir denge düzeni oluşturuldu. Ancak 1989’da Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Berlin Duvarı’nın yıkılması ile Soğuk Savaş sona erdiğinde yeni bir sistem inşa edilmedi. ABD tek süper güç olarak kalmanın şımarıklığıyla dünyanın kovboyluğuna soyundu, güç merkezli bir stratejiyi hayata geçirdi. Kendini güvenlikçi bir yaklaşımın içine hapsetti. Uluslararası hukuku yok sayarak defalarca birtakım ülkeleri işgal etti, canlı yayınlarda kadim kentleri bombaladı, vahşi katliamlar gerçekleştirdi. Dünyanın yeni bir açılıma ihtiyacı vardı lakin bu ABD tarafından istenmedi, felsefi düşünsel bir arka plan, adil bir dünya düzeni ve buna uygun bir dil oluşturulamadı.

Başta oligarşik bir yapıya dönüşen BM olmak üzere uluslararası devasa kuruluşlar ahlaki bir çözülme ve çürümüşlük içerisinde yıprandılar; adaletsizlik ve çifte standardın membaı haline geldiler, inandırıcılıklarını, işlevlerini ve ideallerini kaybettiler. Gelinen aşamada dünyanın hızla istikrasızlığa sürüklendiğini, ABD ve Avrupa ile Çin ve Rusya’nın nihai hesaplaşma için birbirlerine bilendiklerini, gezegenin üstüne kapkara fırtına bulutlarının çöktüğünü gözlemliyoruz. “Yıkıcı nefret”in yön verdiği gidişata dur diyecek hiçbir bilgeliğin, kanaat önderliği yapacak gücün veya ahlaki önderliğin olmadığı vasatta; karşıtlıkların sürtünmesiyle oluşan elektriklenme, dünyanın sonunu getirecek nükleer bir felakete doğru yol açacak gibi gözüküyor.

Batı ve Hasımlarının İnsanlığı Hapsettiği Labirent

Image

Yazının bu aşamasında, kibirli ve bencil yöneticilerin, eşitsizliği besleyen köhne anlayışların hükmü altında dünyanın son hızla uçuruma doğru sürüklendiğini düşünen Amin Maalouf’un son çalışması Labirent’e değinebiliriz. Batı ve Hasımları alt başlığıyla yayımlanan deneme kitabında Maalouf, yolunu yitirmiş insanlığa hızlı bir bakış atıyor. Batı’nın da hasımlarının da kriz içinde olduğu, insanlığın bir labirentin içine hapsolduğu ve öncekilerden daha korkunç bir dünya savaşının çıkabileceği tespitlerini yapıyor. Nasıl ki Batı kendisini merkeze koyup dünyayı kendilerinin başrol oynadığı, diğerlerinin figürasyonu oluşturduğu bir sahne olarak görüyorsa Maalouf da analizinin merkezine Batı’yı koyuyor, ötekileri Batı gözüyle okumaya tabi tutuyor. Günümüz dünyasını, Batı’nın gelişim sürecinde ona meydan okuma becerisi gösterebilen Japonya, Rusya ve Çin ile Batı’nın ana parçalarından olan ABD’den oluşan dört devletin kat ettiği güzergâhlar üzerinden anlamaya çalışıyor. Bu dört devletin tarihte aştıkları kritik eşikleri önemli olaylar ve biyografik anlatılar üzerinden etkili bir şekilde öykülendirerek çarpıcı analizlerle aktarıyor, okurlarına baş döndürücü ve heyecanlı bir tarih turu attırıyor. Bu tarih turunun sonucunda; her biri kendi gerçekliğinde ekonomik ve askeri mucizelere imza atan Meiji dönemi Japonyası, Deng Xiaoping dönemi Çini, Park Chung-hee Güney Koresi ve ABD tecrübeleri üzerinden becerikli, adanmış ve hangi yönde ilerlenmesi gerektiğini bilen yöneticilerle bir kuşak içinde her şeyin değişebileceği mesajını alıyoruz.

Ancak Maalouf oldukça karamsar bir ruh haliyle yazmış kitabını. Batı’nın ciddi bir tıkanma içerisinde olduğu tespitini o da yapıyor ve Batı’nın yerini alabilecek ciddi bir modelin olmayışından yakınıyor. Batmakta olan bir gemiye benzeyen dünyada küresel örgütlenmenin işlemediğine, yeni bir örgütlenmeye de gidilemediğine hayıflanıyor, uluslararası meşruiyete sahip kuruluşlara ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Üstünlüğü ele geçiren güçlerin tarih boyunca körleşme, güç zehirlenmesi ve baş dönmesi yaşayarak hegemonya heveslerine kapıldığını ve zorbalaştığını ele aldığı dört devletin özelinde de tespit ediyor. Bilhassa ABD ve Çin arasında kıyamet benzeri bir final düellosunun kaçınılmaz gözüktüğünü, bu finalin bir imha ve yok oluş savaşı olacağını, insanlığın gezegen çapında bir çarpışmaya uyurgezer gibi ilerlediğini söylüyor.

Image

Maalouf her an sıcak çatışmaya dönüşebilme riski taşıyan İkinci Soğuk Savaş sürecinin başladığını, çözüm üretemeyen ideolojilerin tükendiğini dolayısıyla her iki kampta da ideolojik farklılıkların muğlaklaştığını dile getiriyor. Geçmişte din düşmanı olan Rusya’nın askerlerinin göğsünde bugün orak çekiç değil Ortodoks haçı olduğunu, eskiden müttefikleri sol ve aşırı soldan olan Rusya’nın şimdi sağ ve aşırı sağdan destek aldıklarını, en anlamlı farklılığın ekonomik alanda yaşandığını söylüyor.  

Şurası bir gerçek ki her iki taraf da ülkelerini, tüm insanlığı yok edebilecek bir kıyamet cephaneliği ile donattılar. Karşılıklı nefret ve güvensizlik atmosferi, tüm dünyayı kasıp kavuracak kanlı bir boğazlaşmaya doğru savuruyoor. Gerek dünyanın geri kalanına medeniyet dersi veren Avrupa ve ABD olsun gerekse de Rusya ve Çin olsun, her iki kutup da tarih boyunca vahşiliğini ispatladı ve insanlık nezdinde ahlâki inandırıcılığını kaybetti. Batı halen tarihsel gurur ve kibrini kuşanarak benmerkezci bir yanılsama içerisinde “Her şey Batı’ya akar!” mantığıyla hareket ederken Rusya ve Çin gibi aktörler Batı hegemonyasının artık bitmesi gerektiğini düşünüyor. Batı karşısında öfke, hayranlık, örselenmişlik, hayal kırıklığı, acizlik gibi duygular taşıyan ötekiler ise kolay silinemeyen ve kriz dönemlerinde yeniden alevlenen hınçlarla yüklüler.

“Tarih hakkında gözlemim bana, tavırlarını Batı’ya yönelik sistematik bir düşmanlığa dayandıranların genellikle barbarlığa, gericiliğe savrulduklarını ve sonunda acziyete düşüp kendi kendilerini cezalandırdıklarını öğretti.” diyen Maalouf, bu hesaplaşmada merkezin Batı olduğunu düşünüyor. Lakin ne Batı’nın ne de hasımlarının insanlığı içine hapsolduğu labirentten çıkarabileceğine inanmadığının altını çiziyor. Batı’nın da Doğu’nun da yaydığı ışığın dünyayı aydınlatmakta artık yetersiz olduğunu ama umutsuzluğa kapılmamak gerektiğini salık veriyor. Umut ışığını, uluslararası sahnenin tüm aktörlerinin yer aldığı yeni bir uluslararası sistem inşa etmekte arıyor. Uzlaşmış bir dünyanın, kimsenin dışlanmadığı, paylaşılan evrenselliğin hayalini kuruyor. Refahı, temel özgürlükleri, hukukun üstünlüğünü bütün kıtalara yaymayı sağlayacak bir uluslararası meşruiyetin bilinçli bir şekilde kurulabileceğini umut ediyor. Zehirleyici olarak gördüğü dinleri sorunun ana kaynağı olarak koyup dışlayan yazar, çözüm önerilerini hümanist bir çerçeveden sıralıyor. Bu yönüyle, bütün halkların seslerini büyük bir senfonide birleştirme hayalinden bahseden, kısır kavgalarla insanlığın gücünü tüketmek yerine coşkulu bir ortaklıkla dünyanın sorunlarını çözebilme iradesi göstermesini arzulayan Stefan Zwieg’a selam gönderiyor diyebiliriz.

Evet, modern çağın gün batımında gezegenin üstü, önü kestirilemez koyu ve kasvetli bulutlarla kaplanmış durumda. Oysa insanlık savaşın kötülüğüne dair çok ciddi tecrübelere sahip, keza “Savaşan iki orduya dışarıdan baktığın zaman intihar eden tek bir ordu gibi görürsün.” diyen Platon’dan bu yana birbirini doğruyor. Kısa süreli “güzel zamanlar”ı olsa da insanlığın, hiçbir zaman altın çağı olmadı. Ama artık insanlığın olgunlaşması, bilgi ile bilgeliği meczetmesi, doğal felaket anlarında gösterdiği iyileştirici, kurtarıcı gücü artık normal zamanlarda da üretmesi gerekiyor. İnsanlık pekâlâ içine düştüğü bu cendereden çıkabilir, tarihi yeniden kurabilir ve bütün insanlık bu tarihin parçası haline getirilebilir. Kitap boyunca karamsar havadan çıkamayan Maalouf da kasvetli bulutlardan umut yağmurları yağabileceği arzusuyla çalışmasını şu cümlelerle bitiriyor: 

“Çok geç değil. Bu “labirent”ten çıkma olanaklarına sahibiz. Yeter ki önce yolumuzu yitirdiğimizi kabul edelim...” 

Konuk

21. yy başlarında bir kırılma yaşandı: tıpkı gelenekselden zamanlardan modern zamana geçerken olduğu gibi...
Adını, ilerde ne koyarlar bilmem ama bir milad olduğu kesin...

Sa, 06/25/2024 - 13:39 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 337 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.