Eski Ankara(Old City) olarak tanımlayabileceğimiz Altındağ ilçesinin sınırları içinde kalan Kale içi, Kale çevresi, Hamamönü, Samanpazarı ve Ulus doku itibariyle bir kent geçmişi ve hafızası tanımlamaya yardımcı olabilecek bir alandır. Mimari dokunun ve kent planlamasının bugüne kalan unsurları üzerinden yapılabilecek olan tanımlama bütünü anlamaya yeterli olacak bir muhtevaya sahip değildir. Öte yandan bu bölge üzerinden yapılacak olan bu tanımlama Ankara’nın 1930 sonrası, 1960 sonrası ve 2000 sonrasında oluşan parçaları ile mukayese edildiğinde kaotik bir algı ve anlama çabası bizi beklemektedir.
Ankara’nın bu parçalı kimliğini sadece mimarı ve kent planlaması üzerinden anlamak yeterli olmayacaktır. Cumhuriyetin kuruluşu ve Ankara’nın başkent oluşuyla birlikte başlayan yoğun göç dalgası fasılalarla Ankara’nın sokaklarına, caddelerine vurmuş bu dalgaların yıkıcı etkisi ve bu etkiye karşı alınamayan önlemler Ankara’yı bir kimlik ve aidiyet sorunuyla karşı karşıya bırakmıştır.
Şehrin sakinleri, mukimleri bu yoğun göç karşısında bir nevi çaresizliklerinin tezahürü olan eski Ankara öykülerine sığınmışlardır. Şehrin sakinlerinin bütününü toplum olarak tanımlayabilirsek Emile Durkheim’a bir göz atmakta fayda var. Durkheim’a göre organik bir bütün olan toplum yapısını belirleyen üç temel unsur bulunuyor;
• İletişim,
• İnsanın iradesi dışında toplum yaşamını belirleyen dış koşullar,
• Örf-adet, ahlak, hukuk gibi normatif kurallar.
Durkheim’ın bahsettiği iletişim kavramının bireylerden ziyade şehrin sakinlerini oluşturan STK’ların, resmi ve resmi olmayan kurum ve kuruluşların arasında teşekkül eden iletişim olduğu aşikârdır. Öte yandan kentin fiziki mekânlarının yerleştiği coğrafya, iklim gibi koşulların bireyin iradesi dışında olan şartlar olduğunu görebiliriz. Kent sakinleri bu irade dışındaki şartlara müdahil olamasa bile bu şartları doğru planlamalar ile kendi lehine çevirebilme şansı vardır. Bir diğer husus ise örf, adet hukuk vs gibi normatif kuralların kristalize olmasının getireceği sorunlar olsa gerek.
Özellikle yoğun göç ile kente gelen farklı nüfusların gelenek ve adetlerinin entegrasyon karşısında göstereceği direnç ya da uyum çabaları kentte mukimlerin normatif kuralları ile gelen nüfusun normatif değerleri karşısında nasıl bir pozisyon üreteceği önemli bir etkendir. Suriye savaşıyla göçle gelen nüfus karşısında en köklü şehirlerimizin bile ne durumlara düştüğünü biliyor ve görüyoruz.
Bir ortak paydaya ulaşmak mümkün müdür?
Kent kültürü; kent bünyesinde yaşayan insanlarca, ortak bir paydada buluşularak üretilen maddi veya manevi değerlerin oluşum sürecidir. Bir ortak paydasızlık varlığı bugün yaşadığımız kentlerin en başlıca sorunu olarak gözüküyor. Ortak paydada buluşamayan kent sakinlerinin kente dair bir hafızanın oluşmasında ve üretilen kültürel çıktıların kentli insanlar aracılığı ile anlamlı hale getirilmesinde ciddi sorunlar yaşayacağı aşikârdır. Göç ve aidiyet cephesine bir başka tarafından bakmakta fayda var. Kente gelen göçün niteliği, kente katılım ve üretim süreçlerini belirleyen en önemli unsurdur. Hemşeri derneklerinin varlığını ya da nicel yapısını belirleyen en önemli unsur gelen göçün niteliğidir. Örneğin Ankara özelinde baktığımızda, 2019 yılında yapılan bir araştırmada Ankara kent nüfusunun %48’i Ankara doğumlu olmayanlardan oluşmaktadır. Mevcut STK stokunun %15’ini ise hemşeri dernek ve vakıfları oluşturuyor.
Niyetimiz bu dernekleri tu kaka yapmak değildir. Çünkü aynı zamanda hemşeri derneklerinin kente gelen nüfusun tutunması ve hayatta kalabilmesi için önemli bir rol oynadığını ifade etmemiz gerekiyor. Diğer bir tabirle kente gelen nüfusun kente entegrasyonunda önemli bir rol oynamaktadır.
Ancak ifade etmek gerekiyor ki; bireyin kentte yaşaması onun kentsel yaşam kültürüne, kentlilik bilincine erişmiş olduğu anlamına gelmemektedir. Kentlilik bilincinin oluşabilmesinde kentsel yaşam kültürü ve görgü kurallarına uyum önem taşımaktadır. Görgünün tarihi, kültürel ve evrensel boyutuna bakıldığında sevgi, saygı, hoşgörü, şefkat, merhamet, yardımlaşma, paylaşma, selamlaşma, adalet, duyarlılık ve fedakârlık gibi kavramlardan oluştuğu ve bu kavramların kent kültürünün temel taşlarını olduğu görülmektedir. Mevzu bahis olan ‘Kentlilik Bilinci’ olduğunda kavramın; göç, hemşeri dernekleri, kentli hakları, kent kimliği, kent kültürü ve planlamaya katılım gibi konularla birlikte ele alındığı görülmelidir.
Öte yandan göçle gelen bir nüfusun kente sosyal olarak dâhil olması göç ettikleri toplumdaki ekonomik, sosyal, kültürel ve politik yaşam biçimleri içerisinde tam ve eşit katılımlarıyla mümkün olmaktadır. Diğer bir değişle entegrasyon; kent içindeki aktivitelere ve topluluklara katılım, sosyal sorumluluk bilincini ve aidiyet duygusunu artırmakta, bu durum aynı zamanda, daha sağlıklı bir kent toplumunun oluşmasına neden olmaktadır.
Her kentin kimliği, o kente ait süreklilik kazanmış, o kentle özdeşleşmiş ayırt edici özellikler taşır. Oysa Ankara için bu ayırt edici unsurun biraz flu olduğu görülecektir. Kimileri için Anıtkabir bir görsel unsurken, kimileri için Gençlik Parkı bir görsel unsur olmaktadır. Ha keza Ankara’nın görsel ayırt edici unsurları arasına Ankara Kalesi ya da Hacı bayram Veli yerleşkesi konulabilmektedir. Oysa bugün kadım şehir gelenekleri içinde değerlendireceğimiz pek çok kentte hatta bu tasnife tabi tutamayacağımız pek çok şehir için kültürel ya da kimlik sembolleri fazlasıyla belirgindir. Örneğin, Eiffel Kulesi Paris’le San Marco Meydanı Venedik’le, Topkapı Sarayı ve Mimar Sinan’ın camileri İstanbul’la, Empire State ve Manhattan’ın öteki gökdelenleri New York ile özdeşleşmiştir.
Ankara’nın bu sorunlu ve flu kent kimliği 1920 sonrası Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte Ankara için yapılanların bir kent katılım süreci içinde gerçekleştirilemeyişi ile açıklanabilir. Siyasal ve sosyolojik süreçlerin git-gel’leri arasında var olma mücadelesi veren Ankara kendisini yönetenlerin ideolojik ve siyasal baskıları arasında hırpalanmıştır. Kentin yönetim unsurlarının katılımcılık ve şeffaflık yerine daha üst akıl okumaları neticesinde tarihi dokunun imar planlamaları neticesinde büyük yıkımlara maruz kaldığı bilinmektedir. Daha farklı bir okuma ile yeni kurulan yerleşim bölgelerinin, kentin karakteristik genel dokusunun olmayışı ve/veya eksikliği göz önüne alınmadan oluşturulması farklı farklı Ankaraların oluşmasına sebebiyet vermiştir. Kimliği olmayan, kent aidiyetinin üretilemediği hayata dair estetiğin üretilememesinin sonucu olan gri kent fikri bugün hâlâ toplumun pek çok kesimi tarafından satın alınmaktadır.
Ekonomik Faktörlerin Ankara Kent Kimliğine Baskısı
Kentlerin işlevsel özellikleriyle birlikte oluşan gelişim süreçlerinin gelişen ekonomik dinamiklere ve güçlü aktörlere bağlı olması ve bu mantığa göre gelişim göstermesi, ‘kentsel imgeleri’ de büyük ölçüde farklılaştırmakta ve değiştirmektedir. Ankara’nın bir memur şehri olduğu fikri aslında ekonomik faktörün baskısıyla oluşmuş bir kanaattir. Ayrıca ekonomik faktörlerin baskısı geleneksel doku içerisinde etkileşim ve değişim sürecine giren kentler gelişmiş dünyanın her hangi bir noktasında bulunabilecek sıradan bir caddeye dönüştürebilmektedir. Farklı bir değişle aynı markalarla, aynı alış-veriş mimarisiyle oluşturulmuş, standardize edilmiş bir kent dokusuna evrilmektedir. Tabiri caizse kent görüntüsü adı altında küresel markaların yer aldığı tek tip yapılardan oluşan bir kent oluşmaktadır. Bu ise sıradan, vasat bir kimlik sürecini gözler önüne sermektedir. Dünyanın her hangi bir yerinde kent oluşumlarında aynı caddeleri görmek hatta cadde kimliğine bürünmüş kentlerle karşılaşmak mümkündür. Ekonomik faktörlerin baskısıyla oluşan bu dönüşüm; kent kimliğinin fiziki, sosyo-ekonomik ve demografik yapıya bağlı olarak değişmesine de neden olmaktadır.
Küreselleşme ile gelen tehlike: Akültürasyon
Küreselleşmenin kültürel dönüşüm süreci, kültürlerarası etkileşimin yoğunlaşması ile ilgili olarak ortak alanın büyümesi diye tanımlanan “akültürasyon” kavramıyla açıklanmaktadır. Akültürasyon sürecini hızlandıran, yeni teknolojik buluşlarla desteklenen iletişim ve bilişim teknolojilerinin hızla gelişmesi ve genişlemesidir. Bu dönüşüm süreci içinde, bütün kültürler ortak bir platformda buluşmakta ve aynılaşmaktadır. Bu bağlamda, başta tüketim ve eğlence normları düzeyinde aynılaştırma sağlayarak evrensel bir kültür oluşturma düzeyine ulaşılmaktadır. Aynı zevkleri, aynı hazları paylaşan aynı tatlardan haz alan kimliksiz bir küreselleşme modeli oluşmaktadır.
Günümüz kültürel ilişkilerinin en önemli sorunu kültürel homojenleşme ve kültürel heterojenleşme arasındaki gerilimdir ve kültürlerarası etkileşimi, karışımı sağlayan ve küresel kültürü oluşturan küreselleşmenin yol açtığı kültürlerarası akışlar beş ana başlıkta ifade edilebilir.
- İlki, insan hareketliliği ile ilişkili olan akıştır. Bu hareketlilik uluslararası düzeyde yer alan her türlü insan hareketliliğini kapsamaktadır.
- İkincisi, üretim ve malların hareketliliği ile meydana gelen, teknolojik akıştır.
- Üçüncüsü, döviz piyasaları ve borsalardaki hızlı para yani sermaye hareketliliğinin oluşturduğu, finans akışıdır.
- Dördüncüsü, bilişim teknolojilerinin etkisiyle, enformasyonu arttıran medya akışıdır.
- Beşincisi de, devlet ve devletsiz örgütler tarafından oluşturulan ideolojik akıştır.
Yeni Kentlerin Kültürel Ürünü: Washington Portakalı
Burada en önemli husus ekonomik faktörlerin; kültürel oluşum süreçlerini ve kültürel değerleri belirlemeye başlamasıdır. Daha da önemlisi ekonomik değer üzerinden oluşan bu yeni okuma sisteminin baskın olmasıdır. Yani Washington Portakalı dendiğinde; bir bölgeye, bir kültüre ait portakal cinsinden bahsediyoruz. Ancak bugün Washington Portakalını artık ekonomik değeri ile de ifade etmek zorundayız. Hatta denilebilir ki, yeni düzen içerisinde ekonomik değer taşımayan kültürel öğelerin ‘yok olmak’ ya da ‘değersizleşmek’ gibi bir tehlike altında olabileceğini de söyleyebiliriz.
Anlaşılan odur ki; kültür hızla parçalanırken ekonomik ve sosyal olan kavramlar kültür kavramı ile ifade edilmeye başlanmıştır. Bireyler açısından hayatın hızı bu denli değişirken kente bakıldığında mekân kavramının da değiştiği görülmektedir. Kent kimliği, kent aidiyeti, göç, kentlilik gibi kavramların peşinden yürüdüğümüz bu metinde bir Ankara arayışımızı Ankara’nın sokaklarına taşısak dahi bir Ankara arayışımız daha uzunca bir süre devam edecektir.
Bu analiz hemen bütün…
Bu analiz hemen bütün kentlerimiz için geçerlidir
Kentler, insan gibi, bir süreç içinde gelişirler. Ankara ve kentlerimizin kahir ekseriyeti, hızlı büyümenin/irileşmenin kurbanı. Ekonomik faktörler bu durumun baş tetikçisi. Diğeri ise kent planlamasının lüks sayılması. Akültürizasyon bunların doğal sonucu. Kent kültürü ortak paydası yerine komünal kültürler var. Bundan sonra bir "Ankara kültürü" oluşur mu? Dijital kültürün egemen olduğu bir kültür oluşabilir ama bu gelenek oluşturacak bir biçimde olmayacaktır. Yemek kültürü (ne demekse) çoktan hamburgerleşti. Popüler kültür istilası Moğol istifasından beter...
Teşekkürker efenim
Yeni yorum ekle