Eğitim, Basket Potası veya Öğrenciler Niye Mahzun?

06 Ocak 2022

 

Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer Şanlıurfa’da bir okulu ziyaret ediyor. Sınıfları inceleyen ve okul bahçesinde öğrencilerle sohbet eden Özer, bu esnada okul müdürüne şöyle hitapta bulunuyor: “Buraya bir basketbol sahası yapılmaz mı? Siz ne iş yapıyorsunuz? Para istediniz de para mı vermedik? Bu çocukları niye burada mahzun halde bırakıyorsunuz” dedi. Bu sözlerin ardından Şanlıurfa İl Milli Eğitim Müdürü’ne de şunları söylüyor: “Sayın Müdür, gezdirdiğiniz okul böyleyse gezdirmediğiniz okullar nasıl!”

Diyalog Milli Eğitim Bakanının okul müdürünü ve il milli eğitim müdürünü öğrenciler ve basın mensupları önünde azarlaması şeklinde kamuoyuyla paylaşıldı. Nitekim kamuoyu da bu aks üzerinde konumlanarak fırçalamanın haklılığını ve haksızlığını tartışıyor. Bu tartışmaya katkı mahiyetinde birkaç hususa değinmekte fayda görüyorum.

Okul ve il milli eğitim müdürüne yönelik yapılan uyarı açık ki bir eğitim ortamında, öğrencilerin yanında, basın mensuplarının önünde dolayısıyla kamuoyu önünde yapılıyor. Bu yönüyle yanlış, incitici, rahatsız edici. Kapalı kapılar ardında bile yapılsa üslup problemli. Bu yüzden sayın Bakanı kınıyorum. Sözüm ona eğitimi, öğrencileri vs. düşünerek bir iş yaptı, ancak tıpkı eğitim faaliyetimizde yüzleşmek istemediğimiz sevimsiz gerçeğin ne olduğunu acı bir örnek üzerinden göstermiş oldu. İnsanlara nasıl muamele ederseniz öyle terbiye edersiniz! Eğitimin temeli budur ve Türkiye’de de belirleyici olan budur. Sadece bireysel ilişkilerden bahsetmiyorum burada. Kurumsal işleyiş, alt-üst ilişkisi, devlet-toplum ilişkisi.

Şimdi bu sevimsiz hadiseden hareketle alana biraz daha yaklaşalım. Bakandan okul ve il müdürüne dönük bu iletişim ve ilişki acaba gerçekten de çok yabancısı olduğumuz bir şey mi? Biliyoruz ki okullarda nice öğretmen kendi müdürünün kurbanı. Nice müdür üst amirlerinin vs. Bu silsile en tepeye kadar gidiyor. En tepedeki bakanın rahat olduğunu söylemek mümkün mü, peki? Değil elbette. Sağlık bakanı örnekliğinde durumu bir süre evvel tüm kamuoyu görmüştü zaten.

Demek ki burada bir yönetsel tarz, bir ilişki biçimi, bir kültür ile karşı karşıyayız. Merkezin tepesinden taşranın en küçük birimine kadar. Bu tarzın problemli olduğunu, sorun çözücü olmadığını, çözmek üzere dile geldiği sorunun zemini olduğunu görmemiz gerekiyor öncelikle. Bu problemli mevcudiyet, işin odağından kendisini çekip aldığında problem basket sahası yapmayan okul müdürü oluyor, mesele o lokasyonda sıkışıyor. Yönetsel tarz mercek altına alınmadığında problem “Sayın Müdür, gezdirdiğiniz okul böyleyse gezdirmediğiniz okullar nasıl!” oluyor. Bunu söz konusu yöneticileri aklamak için söylemiyorum. Bakanın üslubundaki problemi öncelediğimiz için içerik anlamsızlaştı. Belki de eleştirinin içeriği ile ilgili haklıdır Bakan. Burada egemen tarza, sisteme, işleyişe odaklanmamız gerektiğinin tekrar altını çizmek durumundayım. Zira bu döngünün bir parçası her biri. Ne il yöneticilerimizin, ne kurum yöneticilerimizin, ne öğretmenlerimizin ve çok daha ilerisine giderek açıkça söyleyelim ne de MEB’in merkez bürokrasisinin ve en başta da sayın Bakanın bu döngüden yalıtık olduğunu söylememiz mümkün değil. Cemaatin hâli imamdan, imamın hâli cemaatten anlaşılıyor.

Buradaki döngüyü kırmazsak, bu döngü içerisinde yol aldığımızı fark etmezsek gideceğimiz yer mevcut sistemin, döngünün muhafazası ve müdafaası olur. O zaman iş gerçeklik yitimine gider, mesele bahçesine basket potası yaptırmayan okul müdüründe sıkışır kalır. Anlaşılan o ki sayın Bakan bir özel okulda gezdirilseydi bir sıkıntı görmeyecekti(k). Orada fiziksel koşulların düzen ve tertibi, işlerin hal yolunda olduğuna ilişkin bir kanaat oluştururdu hatta belki de sayın bakan kurum müdürüne teşekkürlerini/takdirlerini bildirerek ayrılacaktı.

Biraz daha yaklaşalım meseleye. Kanaatimce sayın Bakan kızmakta haklı ancak kızgınlığın adresinde yanlışlık var. Mevcut sistemimiz, işleyimiz, yönetsel gerçekliğimiz ziyadesiyle kızgınlığı hak ediyor. O yüzden dikkat edilirse sadece eğitim sistemimizin bileşenleri değil hayatımızın diğer alanlarındakiler de dahil hepimiz sinir küpüne dönmüş vaziyetteyiz. Kızgınlık, öfke üreten bir gerçekliğimiz var. Bu kızgınlığı ve kaynaklandığı münbit zemini farketmemiz gerekiyor. Bu münbit zeminin tabii bir parçası olan karşımızdaki sistemin nasıl sıradışı bir sistem olduğunu farketmezsek bu ürettiği kızgınlıktan/öfkeden maharetle kaçmayı bilen sıradışı yapısını da fark edemeyiz. Bu sistem işleri en iyi bilen veya en iyi bilmesi gereken bakanı bile abandone edebilir, yanlış ve gerçek olmayan iş ve işlemlere sürükleyebilir nitekim sürüklemiştir.

Bu açıdan okul bahçesinde öğrencilerin mahzun kalmasına tepki gösteren sayın bakan mahzunluğun basketbol sahası eksikliğinden ziyade 19. yüzyıldan kalma bir kapatılma kurumu olan okulun kendisinden kaynaklandığını, yeni kuşağın eğitim-kültürlenme sürecinin yanlış organize edilmesinden, eşitsizliğin derinleşmesinden, hatta bu tarz resmi kurumlar aracılığıyla temize çekiliyor olmasından kaynaklandığını düşünse daha yerinde olmaz mı? Belki de mahzunluk gözümüzün önündeki bir takım maddi eksikliklerden ziyade farkında olmadığımız, olamadığımız çok daha büyük, çok daha önemli, çok daha hayati eksikliklerin doğal bir yansımasıdır.

Sayın Bakanın yanlış, kabul edilemez söyleminde belki de gerçek kabul edilebilecek tek şey iyi niyetli oluşu, gerçekten de öğrencileri, çocukları düşünen, önceleyen yaklaşımındaki samimiyeti olduğu söylenebilir. Samimiyet ve iyi niyet çok önemli şüphesiz ama yapılanı temize çekmiyor. O yüzden en azından alana ilişkin bu hassasiyeti, mesele üzerinde anlamlı bir konuşma çağrısı olarak değerlendirelim. Yukarıda da altını çizmeye çalıştığım gibi şayet Şanlıurfa’da sosyal-fiziksel imkânları yerinde olan bir okulu gezdiğinde göremeyeceğimiz bir tepki, bu imkânlardan yoksun bir okulun yöneticisi karşısında dile geliyorsa o zaman burada yüzleşmemiz gereken sistemik sorunu biraz daha açmamız gerekiyor. Şüphesiz meselenin birkaç boyutu var onları da dikkate alarak ilerleyelim.

Birincisi, konuşma tarzı ve üslubu ki buna yukarıda değindik, problemli ve yanlış olduğunu ifade ettik.

İkincisi, konuşmanın içeriği. Bu da yanlış, çünkü okullarımızın bütçesi yok. Okullarımızın çok çok azı hariç bütçelerinin olmadığını ilgili olan herkes bilir.

Üçüncüsü, elbette okul bahçesinde potanın olması bir açıdan önemlidir ancak daha önemli husus şudur ki, görmek ve yüzleşmek istemesek de, mevcut okul planlamamız bu tarz kapasiteleri kullanmaları mümkün kılmıyor. Çünkü okul formatımız buna uygun değil. Örneğin okullarımızdaki mevcut zaman planlamasında basket potasını kim, nasıl kullanacak? Kullanımı bir ders etkinliğine dönüştürmek ise bizi başka bir acı tabloyla karşı karşıya bırakıyor. Zira mevcut okul düzeneği içinde bir derse konu olmanın konu olunan şey için ölüm olduğunu başta Milli Eğitim Bakanının bilmesi gerekiyor. Yukarıda da altını çizmeye çalıştığım husus ve öğrencileri gerçek anlamda mahzunlaştıran şey; bu ölümcül, öldürücü sahnenin muhatabı kılınıyor olmalarıdır.   Nitekim benim de tam bu yüzden asıl dikkati çekmek istediğim nokta da burasıdır ve bu nokta hayati önemdedir. Burayı ıskaladığımızda yani fiziksel koşullar uygun, teknik-donanım yeterli görüldüğünde ortada bir eğitim faaliyetinin yürütüldüğü, eğitim sisteminin de düzgün çalıştığı izlenimi uyandırılabilir. Ama sakın aldanmayın! Kuşaklar boyu istikrarlı şekilde devam edegelen memnuniyetsizlik başka birşey söylüyor. Vehbi Başer Hoca “milli eğitimi” kabare tiyatrosu olarak tanımladıktan sonra şu çarpıcı tespiti yapar ve kanaatimce eğitim bahsimizin en can alıcı tespitidir bu: “Asıl problem, bu kabarenin izleyicileri olarak vatandaşların bu koca tiyatronun bir eğitim teşkilatı ve burada dönen dolabın eğitim faaliyeti olması gerektiği yönündeki bağnaz ısrarından kaynaklanıyor. Eğitime tâbî tutulan çocuk ve gençler, bu tiyatrodaki en ağır rolü oynarken kişilikleri ve insanî kapasiteleri itibariyle kötürümleştirilip felç ediliyorlar.” Rahmetli Nurettin Topçu da eğitim sistemimizin iki şeyden yoksun olduğunu belirtmişti: “biri eğitim diğeri de sistem.”

Dördüncüsü, fiziksel yetersizliğin okul bahçesiyle sınırlı olmadığı ve öğrencilerin mahzunluğunun orada tüketilemeyeceği gerçeğidir. Bu gerçeklik için ise sistemin tüm alanlarına, birkaç gün önce açıklanan zamlara, sosyal devlet iddiamızın niteliğine, sosyal, kültürel, ekonomik imkânlarının eşit ve adil dağılımına vs. bakmamız gerekiyor. Bütün bunları konuşmaz kılan yürürlükteki sistem, egemen kodlarıyla bizi daha önce tanımladığı, akredite ettiği sorun alanlarına yönlendiriyor. Kendisini tartışma dışı kılan bu dil, bu yapı aktörlerini, bakanlığın en tepesindeki isim bile olsa, sürekli mevcut sistem lehine çalışanlara dönüştürür.  Sadece bu vazifeyi ifa etmek için alan düzenlemesi itina ile yapılmıştır. Sistem için başarısızlık sorun değildir zira en büyük enerjisini bu başarısızlıktan almaktadır. Sistem içinde kaldığınız sürece başarısızlığı tartışmanızda, başarısızlığı giderecek arayışlar içinde olmanızda hiçbir problem yoktur.

Şu anda yürüttüğümüz gibi eğitim tartışmamız odağını yitirmiş şekilde sayın Bakanın üslup ve nezaket probleminde döner dolanır. Peki bu tartışma doğru değil mi? Olay üzerinden sayın Bakanın üslubu vs. tartışılmalı değil mi? Elbette tartışılmalı, konuşulmalı. Zaten değinmek istediğim husus burası. Bu sistem bizi aleni yanlışlarla, gerçek olmayan işlerle yanlışa sürüklemiyor. Gerçek ve doğru şeyleri alır hatta gerçek ve doğru şeyleri tartıştırır ve bunu öyle bir yapar ki gerçek ve doğru şeyleri konuştururken çevirdiği dolapla sizi pasifize eder, sizi tutmak istediği alana mahkum eder. Kendi varlığına dönük işleyen bir çarkın dişlisine çevirir. Bakanın üslubu yanlış değil mi? Tabi ki yanlış. Ama bu tartışma, imaları ve zemini ile hangi egemen klişeleri sorgudan muaf tutuyor, hangi yerleşik düzene can suyu verdi biraz ona bakmamız lazım.

***

Basketbol antrenörü Oktay Mahmudi TEDxİstanbul’da yaptığı konuşmanın bir bölümünde şunları söylüyor:

"… (TV’de, maçlarda) Beni sürekli bağıran çağıran bir adam olarak görürdünüz.

Ve bunu insanlar hep sorarlar: Koç, hep bağırıyorsun!

Bağırıyorum, çünkü o anda (maç esnasında) bir cevap almam lazım.

Ya ben de çok isterdim… Bakar mısın, bakar mısın! Ya lütfen şu ribaundu alır mısın?

Böyle bir şey yok ki! Böyle bir şey yok!

Ama asla ve asla, asla ve asla bana cevap veremeyene bağırmadım. Bana cevap veremeyene, çok görmüşsünüzdür müşteri garsona sadece cevap veremeyeceği için sesini yükseltir…"

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 260 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.