İnsanın Çatışma nesnesi Olarak Üretimi - II

16 Aralık 2024

Toplumu oluşturan bireylerin zihinlerinin hangi çevrelerde nasıl üretildiği, o toplum için ya refah ya da çatışma doğurur. Zira insan içine doğduğu çevrenin bir eseridir. Muhakkak akıl ve vicdan cevheri insanın tercih ve kabullerinde zaman zaman rol oynar. Ancak insanın tercihlerinde asıl belirleyici olan zihnidir.

“Çevrenin, kendi içlerinde dünyaya gelen bir insanın nasıl inanacağı, nasıl düşüneceği, nasıl tercihlerde bulunacağını belirlemesi kendi hakkıdır ve doğal olan da budur.” denilebilir. O halde yeni doğan bir bebeğe dil ve kültür aktaran insanların tümünün; kusursuz, zaafları olmayan, yanılgıya düşme ihtimali olmayan, tüm bilgileri bilimsel olarak tartışmasız, inançları inandığı dinin ana kaynağındaki mesajı en doğru biçimde bilen kimseler olduğu iddia edilebilirse bu durumda zihin üretmekte, zihin inşa etmekte bir sorun yoktur. Beklenilen, dünyaya gelen insanın içinde doğduğu toplumla çatışmadan yaşaması ise yine bu zihin ve tip üretiminde bir sorun yoktur. Bu durumda içine doğulan çevre-toplum tanrı gibi kusursuz olma iddiasında bir çeşit tanrı rolündedir.

Dünyaya gelen insana dil ve kültür aktaranların hurafelere inanabilen, miras kalan düşmanlıklara sahip olan, yanlış bilgilere sahip olabilen, bir kısım iyi ve doğrunun yanı sıra birçok kötü ve yanlışı da aktarabilecek kişiler olduğu; çevrenin, toplumun birçok kötü ve yanlışları içinde barındıran bir yapı olduğu düşünülüyorsa zihin, tip, karakter kavramları üzerine kafa yormak bir zorunluluktur. Eğer insanın var oluşu hakikatle bağ kurmak, kendini bulmak ve bilmekle anlamlı olacaksa zihnin nasıl üretildiği konusu son derece belirleyicidir.

Bir önceki yazıda kişinin insan olarak yaratılıp tip olarak üretilme süreci ele alınmıştı. Bu yazıda da bu sürecin bize özgü görünümleri ele alınacaktır.

Takribi iki yüz yıldır bitmeden süren iç çatışmamızı besleyen çevrelerin, tip üretme süreçlerine baktığımızda yöntem ve söylemlerin neredeyse aynı, sadece içeriklerin farklı olduğu dikkat çeker. Her çevre mutlak hakikat bilgisine sahip olmak, ötekinin varlığının kendisi için beka sorunu olarak tanımlamak, yüksek aidiyet duygusu, farklı düşünmeyi ihanet olarak kodlamak açısından sanki birbirinin kopyası gibidir. Bu farklı çevrelerin ürettiği tiplerden müteşekkil kalabalık, içindeki karakterlere çok fazla yaşam hakkı tanımaz. Bu özelliklere sahip kalabalığın içinde bir karakter olarak var olmak, herhangi bir tarafa aidiyet göstermeden kendi hakikat arayışını sürdürmek son derece sancılı bir durumdur.

Kalabalık/çoğunluk, toplumsal yaşamı algı, kabul, tercih, kararları ile belirler. Tiplerin kabullerinden oluşan yaygın ve yerleşik kabuller karakterlerin yaşamını da güçlü biçimde etkiler. Bu bağlamda kalabalığı oluşturan tiplerin nasıl üretildiğini tespit etmek önemlidir. Bu tespitler çoğunluğa yönelik genellemeler içerir. İnsan ve topluma dair meseleler matematiksel bir kesinlikle ifade edilemez. Dolayısıyla ana hatları tespit edilmeye çalışılan çevre ve süreçlerle ilgili yargıların kapsamadığı durumlar olabilir.

Bu toplum özelinde farklı çevrelerin zihin-tip üretme süreçleri üzerine düşünüldüğünde “genelde” şunlar dikkat çeker:

Öncelikle farklı çevrelerin en önemli ortak yanı hepsinde neredeyse tapınılırcasına yüceltilen, olağanüstü özelliklere sahip olduğu düşünülen, son derece zeki, ahlaklı, cesur, ulvi olduğuna inanılan bir lider vardır. Bu lider dini bir kişilik, politik bir kişilik, tarihi bir kişilik, yaşayan ya da ölmüş bir kişilik olabilir. Grup içinde statü ve imkânlar lidere sadakat derecesine göre belirlenir. Lidere bağlılık aynı zamanda bir çeşit koruma kalkanı oluşturur. Lidere karşı olmayı çağrıştırmak bile tard edilmeye, dışlanmaya, lanetlenmeye neden olabilir. Liderin iyi yanları abartılı biçimde öne çıkartılırken, zaafları, hataları, noksanları için bir hikmet dili geliştirilir. Bunlar ya reddedilir, ya görmezden gelinir ya da bir hikmet ile izah edilir. Bağlılar, liderin hata ve kusurlarını yüceltmekte son derece mahirdir. Tüm çevrelerde liderin insanlık için bir kurtarıcı, bir şans olduğu inanışı eylem ve söylemlerle yükseltilir ve zihinlere silinmez biçimde işlenir. İleri toplumlarda lider figürü ilkeleri, kurumları, yasaları aşmazken ağırlıklı olarak farklı çevrelerin ürettiği birbirlerine düşman tiplerden oluşmuş toplumlarda lider figürü bir çeşit insan ilah formundadır. O tüm ilkellerin, yasaların üzerindedir. Liderlerin takipçileri bu durumu kendi çevreleri için son derece normal karşılarken öteki çevrelerin lider ve takipçilerinin ilişkilerini gayrı insani, akıl dışı ve sağlıksız bulurlar. Kendilerinde ise durumun farklı olduğunu savunurlar. Bu karşılıklı olarak böyledir.

Farklı-karşıt çevrelerin lider kavramı etrafındaki bu ortaklaşması bazı noktalarda sadece içerik olarak ayrışma gösterir. Dost, düşman, doğru, yanlış, risk, tehdit algısı üretmede kullanılan yöntem aynıdır. İnsanlar, bebek yaşlardan başlayıp yirmili yaşlara kadar yüksek propaganda vasıtası ile sarsılmaz bir inanç, sarsılmaz bir aidiyet duygusu, adanmışlık ile donatılır. Henüz muhakeme, eleştirme, tercih etme becerisi gelişmemiş dimağlara kırmızı çizgiler öğretilir. 

Şimdi konuyu bize özgü yanlarıyla biraz daha somutlaştıralım:

Sünni-dindar bir çevrede doğan insan, ana dilini öğrenmeye başladığı andan itibaren ninnilerle, masallarla, menkıbelerle, çeşitli anlatılarla; iyi-kötü, doğru-yanlış kavramlarıyla tanışır. Yaş ilerledikçe bu kavramlar etrafında detaylar oluşmaya başlar. Henüz muhakemenin, eleştirel düşünmenin oluşmadığı çağlarda, çocukta yavaş yavaş ailenin dünya görüşüne göre nelerin kötü, nelerin iyi, kimlerin düşman, kimlerin dost olduğuna dair algılar oluşmaya başlar. Bu insan çocukluktan gençliğe geçerken artık kâfir, münafık, müşrik, müfsit gibi kavramlarla “ötekine” karşı sınırlarını net biçimde çizer. Bu süreçte çeşitli anlatılarla ve inanca dair eğitimlerle insanın bu öğretilerden doğan bir mantığı, zihinsel bir algoritması oluşur. Hayatı da bu çerçeveden anlamaya başlar. Artık bu tipin; olayları, olguları, şahısları kategorize edebileceği bir ölçüsü vardır. Bu ölçü çerçevesinde dost-düşman, iyi-kötü algısı gayet nettir. Bu bağlamda oluşan zihin, artık aklı bir araç olarak kullanmaya başlar. Artık aklın zihne müdahalesi pek de kolay değildir. Bu kişi zamanla -içine doğduğu ailenin/topluluğun meşrebine göre- düşman sınıfına yine dindar çevrelerden ancak kendi meşreplerinde olmayan cemaat, tarikat, mezhep ve meşrepleri de ekler. Kendisini de Allah’ın seçkin kulu, ayrıcalıklı kulu, şanslı kulu, lütfa uğramış kulu olarak görür. Ötekileri de gafil, fâsık, müşrik hatta bazılarını kâfir olarak görür. Dindar Sünni bir ailede dünyaya gelen birinin tipe dönüşme süreci “kabaca” bu biçimdedir.

Bu tipin; zihninin üretildiği-biçimlendirildiği çocukluk zamanlarında İslam tarihinin tüm tartışmalarını, ekoller arasındaki farkları bilmesi, bunlar arasından çıkarım yapması beklenemez. İslam ile diğer inanışlar arasındaki benzerlik, fark ve ilişkileri bilmesi ve bunlardan sağlıklı bir çıkarım yapması da beklenemez. Çünkü yaşı, akli melekeleri bunun için uygun değildir. Buna rağmen bu tipin zihni üretilirken öyle keskin, öyle kati bir dil kullanılır ki zihin diğer tüm ihtimalleri yok sayar. Ötekilerin argümanlarını gördükçe de onları çürütmeye çalışır, daha önce öğrendiği argümanlara sıkı sıkıya sarılarak imanını tazeler.

Bu şahsın, artık toplumun bir parçası olup sosyal hayata dahil olduktan sonra ötekilerle kuracağı ilişkiler daima çatışma çerçevesinde olacaktır. Henüz, muhakemesinin gelişmemiş olduğu çağlardan itibaren yoğun propaganda ile üretilmiş bu zihin, çatışmacı iletişim dışında çok fazla seçenek bulamaz. Fıtratı gereği akla müracaat eden bazı insanlar bu sürecin sonunda ötekini anlamaya çalışarak çatışmacı dilin dışına çıkabilir. Bu nadiren görülen bir şeydir. Çatışmacı dili terk edip ötekini de anlamaya çalışan, hakikat yolculuğunu kendi sürdürmeye gayret eden bu kişi artık aile çevresine bir nevi ihanet etmiş olur. Ve artık o “Yoldan çıkmış, nasipsiz birisidir.” Zaten çevre; tipi üretirken ona, öğretilerden ayrılmanın bir çeşit lanetlenme olduğunu belletmiştir. Onun için bu tipler genelde sorgulamak, eleştirmek, merak etmek noktasında gayet ürkektir.

Bu çevre tek bir öğreti etrafında dil üretmez. Çünkü kendi aralarında bile bir araya gelemeyen farklı dini çevrelerden oluşur. Bu çevrelerin zaman zaman birbirlerini düşmanlaştırdıklarını, birbirleriyle çatıştıkları görülebilir. Bu bağlamda ilk akla gelenler; gelenekçiler, reformistler, tevhitçiler, selefiler, tarihselciler, mealciler ve diğer tarikatlar, cemaatlerdir.  Bu yapıların her birinin ötekiler için çoğu zaman tekfirci bir dil kullandıkları bilinir. Bu ana başlıklar altında sayısız tarikat, cemaat, örgüt, dernek vardır. Hepsi de doğal olarak “dini en iyi, en güzel anlayan tek yapı oldukları” iddiası ile ortaya çıkarlar. Bu iddia içinde zımnen ötekilerin delalette olduğu iddiasını barındırır. Genelde de ötekilerinin gaflet içinde olduğu zımnen değil alenen iddia edilir. Bu noktadan sonra ötekilerin hakikatle ilişkisini bozuk, kusurlu, noksan ilan etmiş olur. Kendilerine sorulduğunda her ne kadar “tüm meşreplerin hakikate ulaşmanın farklı yolları olduklarını” söyleyip uzlaşmacı, hoşgörülü görünmeye çalışılsa da çoğu zımnen ve bazen de alenen bu beyanı reddederler. Zira Allah tektir, İslam son, hak ve tek dindir. Bahsi geçen meşrep, mezhep, tarikat, cemaat de bu tek, son ve hak olana nispetle tek, son ve haktır. Bu iddia olmazsa zaten taraftar, mensup, mürit toplayamaz. Zira herkes en iyi, son ve tek olan yoldan cennete gitmek peşindedir. En doğrusu hangisiyse ona rağbet çok olur.

Bu bağlamda dindar-Sünni bir çevrede doğmak ifadesini, dindar çevrelerden birinde doğmak biçiminde tashih etmek gerekir. Zira bu çevreler de kendi içlerinde rekabet eder. Bu rekabet çoğu zaman düşmanlık ile sonuçlanır. Burada üretilecek zihin ve tipin sadece amaca yönelik kullanılışlı bir araca dönüşmesi kaçınılmaz olur.

Çatışmanın taraflarından bir diğeri de Batılılaşma yanlısı, seküler düşünceyi merkeze koyan yaşam anlayışıdır. Bu çevre içinde doğan insan da “aynı” tip üretim macerasını başka bir bağlamda yaşar. Yakın çevresinde görsel, işitsel iletilerde seküler öğretinin mesaj bombardımanına maruz kalır. Onun hikayelerinde “yobazların” öğretilerine-anlatılarına pek rastlanmaz. Dindarlara ait görsel işitsel mesajların neredeyse tamamı “yobazlık, gericilik, irtica, Atatürk düşmanlığı” etiketleriyle etiketlenir. Bu etiketleri taşıyan her şey mücadele edilmesi, mümkünse yok edilmesi gereken, yok edilemiyorsa etkisizleştirilmesi gereken şeyler olarak öğretilir. Bu dünyada ideal, iyi bir yaşamın ancak Batılılaşarak mümkün olduğuna ikna edilir. Resmi ideoloji ve resmi tarih anlatılarıyla üretilen bu zihin kendisine yöneltilecek tüm soruları ve tüm eleştirileri gizli ya da açıktan bir düşmanlık olarak kodlar. Bu tipin zihninin üretildiği çocukluk zamanlarında tarih yazıcılığının ne demek olduğunu bilmesi mümkün değildir. Tarihe konu olan olayların politik meseleler olduğunu, tarihin son noktada iktidarlar tarafından yazdırıldığını, oluşturulan metinlerin politik bir çerçevede yazıldığını, dolayısıyla bu metinlerin bilimsel gerçek değil politik tercihlerden oluştuğunu, bilime konu olacak şeyin kronoloji, belgelerin ve somut kanıtların “tümü” olduğunu bilemez. Tarih metinleri oluşturulurkenbazı” belge ve “bazı” somut kanıtların “özellikle” tercih edilerek politik anlayışa uygun sonuçlar doğuracak metinler üretildiğini bilemez. Maruz kaldığı tarihi anlatıları, politik-ideolojik anlatıları bilimsel gerçek olarak kabul eder. Çünkü akli melekeleri ve yaşı bunu gerektirir. Bir de bu propaganda çerçevesinde verilen eğitim sonucunda belli statü ve imkânlara kavuştuysa artık bu dilin kendine yüklediği iyi-kötü, doğru-yanlış, risk-tehdit kabullerinden kurtulması söz konusu değildir. Bir de bu bağlamda ulaştığı statü ve imkânlar söz konusuysa, şükran duyguları içinde kendini borçlu hisseder. Onun için bu tip romantiktir, ondan rasyonel olması beklenemez. Ne kadar rasyonel görünmeye çalışsa da tip üretim sürecinde belletilen kırmızı çizgiler söz konusu olduğunda oldukça öfkeli olduğu görülür. Zaman zaman uzlaşmacı bir dil kullanıyor gibi görünse de iç dünyası çatışmanın tüm unsurlarını canlı biçimde korur.

Muhakeme-karşılaştırma, eleştirel düşünme gibi hasletler yoksa doğru bilgiye ulaşmak mümkün değildir. Tip üretimi bebeklik çağlarında başlayıp yetişkinliğe kadar sürer ve temeller, doğru bilgiye ulaşmanın mümkün olmadığı çocukluk zamanlarında atılır. Henüz muhakemesi oluşmamış çocukluk çağlarından yetişkin olana kadar bu minvalde yüksek propagandaya ve eğitime tabii tutulan zihin artık farklı bir düşünce, inanç ya da ideolojiye tahammülünü kaybeder. Tarih ile tarih yazıcılığı arasındaki farkı ayırt edemeyeceği çağdan sosyal yaşama dahil olana dek tek bir gerçeği ezberleyen bu zihinler öteki ile karşılaştığında çatışmacı bir iletişimi seçer. Tıpkı dindar bir ortama doğanlar gibi bunlardan pek azı ileriki zamanlarda ötekini merak edip anlamaya gayret eder ve dünyada başka insanların, başka hayatların olduğunu anlamaya çalışır. Ancak çoğunluk “mutlak hakikatin sahipleri olarak” çatışmacı bir yaşamı benimser.

Çatışmacı dili terk edip ötekini de anlamaya çalışan, hakikat yolculuğunu kendi sürdürmeye gayret eden kişi ise artık üretildiği çevreye ihanet etmiş olur. Ve artık o; çağdışı, yobaz, gerici, cumhuriyet düşmanı, Atatürk düşmanı bir hain olarak etiketlenir. Artık bu kişi de lanetlenmiştir. Onun için bu tipler genelde sorgulamak, eleştirmek, merak etmek noktasında gayet ürkektir. Bu tiplerden ayrılıp karakter olmaya çalışanların sayısı oldukça azdır. Çevrenin kaderini değiştirecek güce ulaşamazlar.

Zorunlu eğitimin kodlarının da ağırlıklı olarak bu perspektifte oluşturulduğu düşünülürse, 12 ila 16 yıl süren eğitim-öğretim hayatı boyunca da sistematik biçimde zihin ve tip üretildiği kolaylıkla görülür. Tüm çevrelere ait bireyler zorunlu olarak bu zihin üretimine tabi olurlar. Buradan doğacak sonuçlar da ayrıca üzerine düşünülmesi gereken bir konudur. Bu bağlamda bazı tiplerin kendi içlerinde çatışma yaşaması da kaçınılmazdır.

Çatışmanın kadim taraflarından biri de Alevilik inancının hâkim olduğu çevrelerdir. Bu noktada da tek bir Alevilikten, üzerinde tüm Alevilerin ittifak ettiği bir inanıştan söz edilemez. Herhangi bir Alevi çevrede doğan insan da aynı tip üretim sürecini başka bir bağlamda yaşar. İyi-kötü, doğru-yanlış, dost-düşman algıları ana dili öğrenme çağlarında başlar. Kerbela’dan başlayan tarihi bagajın anlatılarıyla üretilen bu zihin de yetişkin çağlara geldiğinde ötekilere karşı bilenmiştir ve çatışmacı bir hayat tarzını benimser. “Deme”lerle, “deyiş”lerle, dedelerin anlatılarıyla büyüyen çocuk; göçerlik, göçerlikte bilginin üretilmesi, Arap tarih ve sosyolojisi, Peygamber sonrası iktidar kavgaları, Türk tarihi, Mezopotamya, Şamanizm gibi alanlarda en temel meseleleri bilemez. O çocuğun bu bağlamda yaşanan tüm hadiselerin, olay ve olguların birbiriyle ve diğerleriyle münasebetleri hakkında bilgi sahibi olmasını ve bu bağlamda akıl yürütüp sonuçlar çıkarmasını bekleyemeyiz. Bu bağlamda üretilmiş net anlatılar, dost-düşman belirlemeleri, tehdit-risk algıları, tevarüs eden düşmanlıklara dair öğretiler ile üretilmiş tipin zihni artık kavgaya hazırdır. Ait olduğu çevreye duyduğu bağlılık başka türlü düşünme ihtimalini ortadan kaldırır. Çünkü bu düşkünlük, ihanet anlamına gelir. Çatışmacı dili terk edip ötekini de anlamaya çalışan, hakikat yolculuğunu kendi sürdürmeye gayret eden bu kişi artık üretildiği çevreye ihanet etmiş olur. O bir düşkündür. O da lanetlenmiştir. Bunu göze alabilenlerin sayısı oldukça azdır.

Milliyetçi bir çevreye doğan, Solcu bir çevreye doğan, Ateist bir çevreye doğan insanların da bir tip olarak üretilme süreçleri aynıdır. Henüz muhakeme, eleştirel düşünme, akıl yürütme gibi hasletlere sahip olmadan başlayan üretim süreci sonunda tip ortaya çıkar. Bu tipin zihni artık kendi mantığını, kendi gerçekliği üzerinden hayat, olay, olgu, şahıslara karşı kullanacağı ölçüyü belirlemiştir. Artık bu ölçünün doğru ölçüp ölçmediğinin bir kıymeti yoktur. Mesele, ölçülecek her neyse bu tipin zihnindeki ölçüye uyup uymamasıdır. Bu ölçüye uymayan her şey düşmandır, tehlikelidir, risklidir. Ya müşrik, münafık, gafil, kafirdir ya gerici, yobaz, irticacı, mürteci, hain, Atatürk düşmanıdır ya düşkün, Yezid, Emevicidir ya Türk düşmanı, dönme, hain, iş birlikçidir ya da faşisttir.

Doğduğu andan itibaren sermaye çevrelerinin ürettiği popüler kültürün propagandasına terk edilmiş çocuğun zihninin üretilip bir tipe dönüşmesi de aynı şekilde olur. Hayatın temel motivasyonunun haz ve konfor olduğu öğretisi çizgi film, film, şarkı, eğlence programları ile bu tipe bebeklik çağından itibaren empoze edilir. Tipe dönüşecek bu çocuğun da akli melekeleri fark etme ve taklit etme ile sınırlıdır. Muhakeme, eleştirel düşünme, sorgulama bu çocuktan beklenilecek bir şey değildir. Haz ve konfor için sürekli tüketmek, mümkünse de üretmek zorunda olduğunu düşünecek biçimde üretilen bu tip için yaşam bu bağlamda gerçekleşir. Tüm ilişkilerini tüketmek, üretmek, kazanmak, tekrar tüketmek, tüketebilmek için daha çok üretip daha çok kazanmak, daha çok tüketmek konusunda motive olan bu tip için hayat bir çeşit ticaret bir çeşit alışveriştir. Bu tipin başka bir değeri, kutsalı yoktur. Kendi çıkarları için vazgeçmeyeceği sadece canıdır.  Bu tipin hakikat-gerçek, iyi-kötü, doğru-yanlış gibi algıları olmaz. Kâr, zarar, haz, konfor, kazanç, başarı dışındaki kavramlar pek anlamlı değildir. Çünkü onun zihnini üreten sermaye çevreleri muhakeme eden, sorgulayan, eleştiren bir zihin istemezler. Zira sorgulayan, eleştiren, muhakeme eden zihin bir yerden sonra haz ve konfor motivasyonunun erdem ve ahlak noktasında kusurlu yaşamlar oluşturacağının farkına varır. İhtiyaç olmayan üretim tüketim ilişkilerinin yanlış olduğunu fark eden bu tip sermaye çevreleri için bir beka sorununa dönüşür. Bu zihin öyle üretilmelidir ki sermaye çevrelerinin geleceği tehdit altında olmamalıdır. Onun için bu zihin üretilmeye başlandığı andan itibaren ona ulaştırılan tüm mesajlar hazzı, konforu, tüketimi yücelten onun dışında kalan her şeyi gereksiz gösteren bir dil kullanılır. Bu çevrede üretilen tipin kavramsal putu modadır. Özellikle dijital iletişim çağında trendler, akımlar, fenomenler onun kırmızı çizgileridir. Bu tip hızlıca trende, akıma, modaya uyduğunu, fenomenleri taklit ettiğini ilan etmek için önce “tüketir” sonra da tanıdık tanımadık tüm insanlara uygun platformlarda gerekli paylaşımları yapar. Hedefi bu bağlamda beğenilmek yani onaylanmaktır. Eğer bu süreci işletecek maddi gücü yoksa bu onun çatışmacı yanını ortaya çıkartır. Ebeveynine karşı, eşine karşı öfkeli, saldırgan bir tutum benimser. Bu çatışma bazen gayrimeşru yollardan maddi imkana kavuşma, fiziksel şiddet, oy verme davranışının değişmesi şeklinde tezahür edebilir. Bu bağlamda üretilmiş tiplerden oluşan kalabalıktan çok az sayıda insan, aklına dönüp olan biteni sorgular. Ve ait olduğu çevreden ayrılır. Ancak bunların sayısı da içinde yetiştikleri gruba nispet edildiğinde anlamlı bir noktaya ulaşmaz.

Bir de bu birbirine düşman çevrelerin yetiştirdiği tiplerin, bir yanda doktriner eğitime diğer yanda popüler kültüre maruz kaldıktan sonra dönüştüğü formu düşünelim. Biraz ondan, biraz bundan özellikler taşıyan, melez; hayal kırıklıkları, kafa karışıklıkları asla bitmeyen; yolunu kaybetmiş, yönsüz bir yaşama mahkum olmuş patolojik kişilerdir. Önce doktora, sonra hocaya, sonra falcıya, sonra biyoenerjiye, sonra geleneksel tıbba başvuran; Allah’a dua ettikten sonra evrene mesaj gönderen, namaz da kılan ama bir yandan da yoga yapan ve psikiyatriye gitmeyi de ihmal etmeyen bir tipi gözümüzde canlandırdığımızda ne demek istediğimiz anlaşılabilir.

Hakikati sarsılmaz biçimde bildiğine inanan, başka türlü düşünmenin ihanet olduğunun düşünen tiplerin oluşturduğu topluluktan, toplum olması beklenemez. Bu toplulukta-kalabalıkta; dayanışma, birliktelik, uzlaşma ve bunlardan doğacak uyum, güç asla söz konusu değildir. Aksine sonuç çatışma ve zayıf düşmedir. Sözün özü; inanç, etnik aidiyet, ideolojik aidiyet ve sermaye çevrelerinin propagandalarıyla üretilen tiplerden oluşan topluluklarda çatışmanın bitmesi söz konusu değildir.

Çevrenin bitimsiz biçimde zihin-tip ürettiği bu süreçte insan olabilmiş, bir tip değil bir karakter olabilmiş insan yok mudur? Yahut tip olmaktan kurtulmak mümkün değil midir? Mümkündür, tip değil bir karakter olabilmiş insanlar vardır. Ancak kalabalığın çokluğuna, büyüklüğüne nispet ettiğinizde bu insanların sayısı oldukça azdır, küçük bir kesimdir ve etkisizdir. Bu insanların yaşadığı şey daha çok yalnızlıktır. Kalabalıkların da bu insanlara layık gördüğü etiketler değersizleştiricidir: marijinal, münzevi vb.

Bu çevrelerde dünyaya gelmiş, büyümüş, yetiştirilmiş insanların tamamı akıl cevherini kullanamayan, hakikatle bağı kusurlu, iyi hasletleri olmayan insanlar mıdır? Tabi iki hayır. Bu çevrelerde muhakkak iyi, doğru, güzel davranışlar sergileyen insanlar vardır. Bu yazının amacı toplumun ürettiği "tiplere" dikkat çekmektir. Bu yazıda herhangi bir dini inancın, meşrebin, siyasi ya da ideolojik bir görüşün doğru ya da yanlış olduğu; herhangi bir liderin iyi ya da kötü olduğu iddia edilmez. Neyin doğru neyin yanlış olduğu yazının konusu olmadığı gibi hangi inanç ya da ideolojin doğru ya da yanlış olduğu konusunda hüküm vermek yazarın haddi de hakkı da değildir. Bu yazıda tüm çevrelerde insanın nasıl bir tipe dönüştürüldüğü, aklın nasıl zihnin sınırlarına hapsedildiği ve zihniyeti doğrulamak için bir araç olarak kullanıldığı , örgütlü dilin tüm çevrelerde kavramsal putlar vasıtasıyla nasıl aidiyeti ve çatışma motivasyonu yüksek tipler ürettiği anlatılmaya çalışılmıştır.

Ateş tutuşup küle döndükten sonra küllerin içinde bir köz parçası kalır. En son o söner. Zihin kül, akıl közdür. Eğer istenirse o köz tekrar ateş olabilir. İnsan nasıl bir zihin ile donatılmış olursa olsun onu hakikat arayışına, kendini bulma, kendini bilme arayışına pusula olacak akıl ve vicdan cevherine daima sahiptir. Asıl olan insanın hayatı tanımlama şekli, hakikate karşı, kendine karşı duyduğu meraktır. Yolculukta bunlar varsa pusula hep vardır.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
6 kez görüntülendi. 117 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.