Hastaneye yattıktan bugüne kadar hiç haber izlememiştim. Ne büyük bir huzur imiş. Bugün yanılıp yakılıp haberleri izledim.
Korona virüsle ilgili turkuaz tablodaki verilerin gerçekleri yansıtmadığı üzerine iddialar vardı. Buna karşı verilen cevapla birlikte oluşan tatsız polemik zihinleri aydınlatmıyor bilakis şüpheleri artıyordu. Bu tür tartışmalar yetkililerin beyanatlarına ve istatistiki verilere olan güveni ortadan kaldırıyordu.
Bir an için Sağlık Bakanlığında çevre sağlığı teknisyeni olarak çalıştığım dönemde yaşadığım bazı anılar gözümde canlandı.
ANAP dönemi idi. Ankara’da tüm okullar sağlık taramasından geçecekti. Sağlık ocağı doktorlarından oluşan ekipler planlanan semtlerdeki okullarda sağlık taraması yapacaktı. Bu ekiplerin birinde ben de görevliydim.
Bir hafta gerçekten tek tek öğrenciler sağlık taramasından geçirildi. Ekibin çözeceği sağlık sorunları mahallinde çözüldü. Hastane müdahalesi gerektiren hasta öğrenciler hastaneye sevkedildi.
Buraya kadar her şey normal. Sağlık Bakanlığından gelen bir telefonla her şeyin rengi değişti. Çünkü bakan bir haber programında yer alacak ve açıklama yapacaktı. Bu nedenle çok kısıtlı bir süre verilerek bütün okulların bitirilmesi istendi. Bu imkansızdı. Ama ülkemizde emir demiri keserdi. İstenen gerçekten sağlık taramasının yapılması değil, bu hizmetin bir propaganda malzemesi olarak halka iletilmesiydi.
Bunun üzerine sınıflara giriyorduk “Hasta olan var mı?” diye soruyorduk. Pek kimse çıkmıyordu. Biz de formlara öğrencileri hep sağlıklı olarak geçiriyorduk. Bir ana sınıfında ilginç bir olay yaşamıştık. “Hasta olan var mı?” dediğimizde bir çocuk parmağını kaldırmıştı. Bunun üzerine tüm çocuklar parmağını kaldırdı. Tüm okulların sağlık taramasını bitirmek için zaman yoktu. Doktor bu nedenle "hasta olanlara iğne vuracağız" dedi. Bütün çocuklar parmaklarını geri indirdi. Ama ilk kaldıran hala parmağını kaldırmaya devam ediyordu. Doktor "dediğimi duymadın galiba" dedi. Çocuk, “Duydum” dedi. “Vurursanız vurun, iğneden korkan kim.”
Velhasıl bakan haberlerde yer alacak diye gerçek bertaraf edilmişti. İstatistikler yalandı. Halk sayılarla aldatılıyordu. Ama bunu işin içinde olan kişiler dışında kimse bilmiyordu. Aslında hiçbir gerçekdışı istatistik gerçeği ortadan kaldırmıyor sadece gizliyordu. Gizlenen gerçek daha acı tablolarla toplumda varlığını sürdürüyordu. İstatistiklerde sağlıklı görünenlerin çoğu hastaydı
Yine ANAP dönemiydi. Ülkeye hormonlu etler ithal ediliyordu. Aynı zamanda İran ve Irak’a canlı hayvan ihraç ediyorduk. Dönemin Veteriner Hekimler Derneği Başkanı açıklama yapmıştı. “Ülkeye hormonlu etler ithal ediliyor. Diğer yandan İran ve Irak’a canlı hayvan ihraç ediyoruz. Bu hormonlu etler dolayısıyla ülkemizde kanser patlaması yaşanacak. İhraç edilen canlı hayvanla ülkenin öz kaynakları tüketiliyor. Türkiye ilerde hayvancılıkta dışa bağımlı hale gelecek. Bütün bunlar bazı ithalatçı ve ihracatçılara para kazandırmak için yapılıyor.” Başkan o dönemde ithal edilen hormonlu et miktarı ile ihraç edilen canlı hayvan sayısını basın önünde paylaşmıştı.
Dernek başkanı hakkında hemen devlet sırlarını ifşa etmekten soruşturma açıldı. Et Balık Kurumu Başmüfettişliğinden alınarak bir kamu kurumuna düz eleman olarak verildi.
O dönemde hormonlu etlerle ilgili kimyasal numune alıyorduk. Temiz çıkıyordu. Ülkemizde henüz hormon testi yapacak laboratuvar yoktu. Kimyasal analiz sonuçları topluma açıklanıyor, bir sorun olmadığı bildiriliyordu. Oysa açıklanan sonuç hormon testiyle ilgili değildi. Halktan gerçek gizleniyordu.
O dönemde ithal edilen hormonlu etlerin çoğu sucuk, sosis ve salam olarak bu toplum tarafından tüketildi. Yine bunu sadece işin içinde olanlar biliyor ama halk bilmiyordu.
Hormonlu etlerden sonra kanser vakalarında nasıl bir artış oldu bunu kimse bilmiyor. Ama herkes yakın çevresine baktığında bunu fark edecektir. Hayvancılıkta hangi noktada olduğumuz malum.
Soma kömür ocağı faciasında da o sıra haberlere yansıyan kadarıyla içerdeki gaz birikmesi ve veriler vs. ile ilgili cihazlar normal gösteriyormuş, öyle ayarlanmış. Gerçeği değil istenileni gösteriyormuş. Sonunda 301 kişinin ölmesiyle gerçek açığa çıktı. Gerçeği gizleyebilirsiniz ama ortadan kaldıramazsınız.
Bizler başkalarını kandırabiliriz, kendimizi de kandırabiliriz. Ama doğa kanunlarını, fizik kanunlarını, biyolojik kanunları kandıramayız. Biz kendimizi kandırdıkça o kanunlar gerçekliklerini çok acı bedel ödeterek bize hatırlatırlar.
Gerçekle yüzleşmeden hiçbir sorun çözülmez. Gerçekle yüzleşmek ise akıl, dirayet ve cesaret ister.
Gerçeği gizleyen bir yalan itiraf edilmedikçe peşinden yeni yalanlar üretmek zorunda kalırsınız. Bunun ise sonu yoktur. En doğrusu yalanı itiraf edip süreci kesmektir.
Zaman zaman düşünürüm bizler ne zaman kendimizi kandırmayı bırakıp hayatın gerçekleriyle yaşayacağız? Yoksa hep gizlenen gerçekler nedeniyle hayatın tokadını yiyerek hep musibet mi yaşayacağız? Hayat musibetlerle ders verir. Acılar verir, zararlar verir. Eğer hayatın verdiği dersi almazsanız hayat yeniden musibetlerle ders verir.
Hani zaman zaman dua kabilinden deriz ya “Allah akıl izan versin.” diye. Aslında ne hikmetli sözmüş, her musibetten sonra aklıma gelir.
Doğru söze ne denir!
Doğru söze ne denir!
Yeni yorum ekle