Dar bir alanda top çevirerek küresel yutturmacayla oyalanmaya devam ettikçe buna sıra gelmeyecek şüphesiz. Çünkü esaslı soruları sormak veya alanla ilgili anlamlı bir konuşma yapmak gibi bir derdimiz yok.
Bir insan tipe dönüştükten sonra tekrar karakter olmak için ihtiyaç duyduğu cevheri içinde taşır. Bu cevher akıl ve vicdandır. Akıl, aklın hasletleri ve vicdan bir tipi tekrar karaktere dönüştürebilir. Ancak bunun için de insanın irade ve cesaret göstermesi gerekir.
Elbette kabile bilincine dair bu aforizmalar bilimsel usullerle ortaya çıkan, mutlak doğru, yargılayıcı, aşağılayıcı genellemeler değil ama bu bilinci taşımayı sürdüren toplulukların neden böyle olduğuna dair yılların okuma ve deneyimleriyle oluşan kanaatlerdir.
Kişi eğer hakikaten bir hakikat ve onurlu yaşam kaygısı taşıyorsa zihnini kuşatan her şeyi bir süreliğine paranteze alması, hedeflediği nitelikli yaşam için de zorunlu bir çaba olarak görülmelidir.
Öncelikle bu topluluktan, bu kalabalıktan bir toplum olmaz. Olsa da bu sefer müreffeh bir toplum olmaz, gelişmiş bir toplum olmaz, adaletin hakim olduğu bir toplum olmaz; çatışmasız, barış, huzur ve dayanışma içinde yaşayan bir toplum olmaz.
Dostoyevski romancılığının ve sanatının en önemli ayrıcalığı ikizlikler durumunu nasıl işlediği ile ele alınabilir. Bahsedeceğimiz ikizlikler, Gogol etkisiyle ilk romantik dönemden başlayarak hatta bir romanın içinde iken veya bir başka romanın başka karakterinin desenine kadar devam eder.
Ne yazık ki Dostoyevski de Sartre gibi sorularına bir cevap bulamamıştır. Önüne duvar çıkınca sırtını dönüp başka bir tarafa yönelmiştir ama duvar hep yerinde kalmıştır. Netice Sartre başkasının cehenneminde yaşamış, Dostoyevki kendi arafında... Ne Sartre'ın kahramanları duvarı yıkıp aşabilmiş, ne Dostoyevski'nin kahramanları araftan çıkabilmiştir.
Cumhuriyet yönetim biçimi eksiğiyle fazlasıyla insanın kendi bilinciyle ürettiği özgürlük ve eşitlik temelli bir yönetim biçimidir. Bize düşen, dünün insan anlayışı ve üretim biçimine uygun yönetim sistemlerine özenip bu sistemi örseleyip boşuna zaman kaybetmek yerine, mevcut sistemi hukukun temel alındığı daha özgürlükçü ve katılımcı bir hale getirmek için çaba göstermek olmalıdır.
Türk devlet ve toplumsal aklı kimi çelişkileri bünyesinde taşıyor olabilir. Bundan daha doğalı yok. Her iki aklın refleksinin birbiriyle çelişiyor olması, uzlaşı noktasının bulunmayacağı anlamına gelmez.